(1881 - 10 Kasım 193♾️), Türk asker, devlet adamı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusuna hizmet eden Atatürk; Çanakkale Cephesi'nde miralaylığa, Sina ve Filistin
Cephesi'nde ise Yıldırım Orduları komutanlığına atandı. Savaşın sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisini takiben Kurtuluş Savaşı ile simgelenen Türk Ulusal Hareketi'ne önderlik etti. Türk Kurtuluş Savaşı sürecinde Ankara Hükûmeti'ni kurdu, Türk Orduları Başkomutanı olarak Sakarya Meydan
Muharebesi'ndeki başarısından dolayı 19 Eylül
1921 tarihinde "Gazi" unvanını aldı ve mareşalliğe yükseldi; askerî ve siyasi eylemleriyle İtilaf Devletleri ve onların iş birlikçilerine karşı zafer kazandı. Savaşın
ardından Cumhuriyet Halk Partisi'ni Halk Fırkası adıyla kurdu ve ilk genel başkanı oldu. 29 Ekim
1923'te cumhuriyetin ilanının akabinde cumhurbaşkanı seçildi. 1938'deki ölümüne dek dört dönem bu görevi
yürüterek Türkiye'de en uzun süre cumhurbaşkanlığı yapmış kişi oldu.
Atatürk modern, ilerici ve laik bir ulus devlet ihdas
etmek için politik, ekonomik ve kültürel alanlarda sekülarist ve milliyetçi karakterde reformlar gerçekleştirmiştir: Yabancılara tanınan ekonomik
imtiyazlar kaldırıldı ve onlara ait üretim araçları ve demiryolları millîleştirildi. Tevhîd-i Tedrîsât
Kanunu ile eğitim Türk hükûmetinin
denetimine girdi. Seküler ve bilimsel eğitim esas alındı. Binlerce yeni okul inşa edildi.
İlköğretim ücretsiz ve zorunlu hale getirildi. Yabancı okullar devlet
denetimine alındı. Köylülerin sırtına yüklenen ağır vergiler azaltıldı.
Erkeklerin serpuşlarında ve kıyafetlerinde değişiklikler yapıldı. Takvim,
saat ve ölçülerde değişikliklere gidildi. Mecelle kaldırılarak yerine seküler Türk Kanunu Medenisi yürürlüğe konuldu. Kadınların sivil
ve politik hakları pek çok Batı ülkesinden önce tanındı. Çok eşlilik yasaklandı.
Kadınların şahitliği ve miras hakkı erkeklerinkiyle eşit hâle getirildi. Benzer
şekilde, dünyanın çoğu ülkesinden önce olarak Türkiye'de kadınların ilkin yerel
seçimlerde (1930), sonra genel seçimlerde (1934) seçme ve seçilme hakkı tanındı.
Ceza ve borçlar hukukunda seküler yasalar yürürlüğe konuldu. Sanayi Teşvik Kanunu kabul edildi. Toprak Reformu için
çabalandı. Arap harfleri temelli Osmanlı alfabesinin yerine Latin harfleri temelli yeni Türk alfabesi kabul
edildi. Halkı okuryazar kılmak için eğitim seferberliği başlatıldı. Üniversite Reformu gerçekleştirildi. Birinci
Beş Yıllık Sanayi Planı yürürlüğe
konuldu. Sınıf ve statü farkı gözeten lâkap ve unvanlar kaldırıldı ve soyadları yürürlüğe konuldu. Homojen ve birleşmiş bir ulus yaratılması için Türkleştirme politikası
yürütüldü.
Türkiye
Cumhuriyeti Devlet Demiryolları, Türk Hava Yolları, Maden
Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü, Hıfzıssıhha
Enstitüsü, Türkkuşu, Sümerbank, Etibank, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu ve daha birçok kamu kurumu Atatürk tarafından veya
Atatürk'ün desteğiyle kuruldu. Millî tarım, tekstil, makine, uçak ve
otomobil endüstrilerinin gelişimini destekledi. Tüm bunlara rağmen
Atatürk'ün hedefleri ile ülkenin sosyo-politik yapısı arasındaki uçurum
kapanmadı.
1- Çocukluk ve Gençlik Yılları ( 1881 – 1904 )
1839'da Kocacık'ta
doğduğu sanılan babası Ali Rıza Efendi, aslen Manastır'a bağlı Debre-i
Bâlâ'dandır. Falih Rıfkı Atay, Vamık Volkan, Norman Itzkowitz, Müjgân Cunbur, Numan Kartal ve Hasan İzzettin Dinamo'ya göre, babasının ailesi 14-15. yüzyılda Anadolu'dan bölgeye
göç etmiş olan Kocacık Yörüklerindendir. Bazı
yabancı kaynaklara göre ise babasının ailesinde Arnavut veya Slav kökenli
Müslümanlar olabilir. Ali
Rıza Bey öncelikle dini vakıfları denetleyen bir memur olarak çalışmış, 93 Harbi öncesinde
1876 - 1877 yıllarında yerel birliklerde gönüllü teğmen olarak görev
yapmıştır. Zübeyde Hanım ile evlendikten sonra Selanik'te gümrük memurluğu ve
kereste ticaretiyle meşgul oldu.
Annesi Zübeyde Hanım, 1857 yılında Selanik'in
batısındaki Langaza'da çiftçi bir ailede
doğmuştur. Annesinin kökeni ise Karaman'dan Rumeli'ye gelen Türkmenlerdendir.
Ali Rıza Bey ile Zübeyde Hanım 1871
yılında evlendi ve Ali Rıza Bey'in babasına ait olan Yenikapı, Selanik'teki eve
yerleştiler. Atatürk, bu çiftin çocuğu olarak rumî 1296 (miladî
1880-1881) yılında Selanik'te doğmuştur. Samsun'a
çıktığı 19 Mayıs tarihini doğum günü
kabul etmiştir. Fatma, Ömer, Ahmet, Naciye ve Makbule adlı
beş kardeşinin ilk dördü küçük yaşta ölmüştür.
Öğrenim çağına gelen Mustafa'nın
hangi okula gideceği konusunda annesi ile babası arasında anlaşmazlık çıkmıştı.
Annesi Mustafa'nın Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebine gitmesini istiyor,
babası ise o dönemki yeni yöntemlerle eğitim yapan seküler Mektebi Şemsi
İbtidai'nde ( Şemsi Efendi Mektebi ) okumasını istiyordu. En sonunda önce mahalle mektebine
başlayan Mustafa, birkaç gün sonra Şemsi Efendi Mektebine geçti. Atatürk, okul
seçimindeki bu kararı için hayatı boyunca babasına minnettarlık
duymuştur.1888'de babasını kaybetti. Bir süre Rapla Çiftliği'nde annesinin üvey
kardeşi Hüseyin'in yanında kalıp hafif çiftlik işleriyle uğraştıktan sonra,
eğitimsiz kalacağından endişe eden annesinin isteğiyle Selanik'e döndü,
halasının yanına yerleşti ve okulunu bitirdi. Bu arada Zübeyde Hanım, Selanik'te
gümrük memuru olan Ragıp Bey ile evlendi.
Şimdi müze olan Koca Kasım Paşa
Mahallesi, Islahhane Caddesi'ndeki ev 1870'te Rodoslu müderris Hacı Mehmed
Vakfı tarafından yaptırılmış ve 1878'de yeni evlenen Ali Rıza Bey tarafından
kiralanmıştır ancak o öldükten sonra Mustafa ve ailesi bu evden yanındaki 2
katlı, 3 odalı ve mutfaklı daha küçük eve taşınmışlardır. Mustafa, seküler bir
okul olan ve bürokrat yetiştiren Selânik Mülkiye
Rüştiyesine kaydoldu. Ancak
muhitindeki askerî öğrencilerin üniformalarından da etkilenerek annesinin karşı
çıkmasına rağmen 1893'te Selânik
Askerî Rüştiyesine girdi. Bu okulda matematik öğretmeni
Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey, ona anlamı "mükemmellik, olgunluk"
olan Kemal ismini verdi. Fransızca öğretmeni Yüzbaşı
Nakiyüddin Bey (Yücekök), özgürlük düşüncesiyle genç Mustafa Kemal'in düşünce
yapısını etkiledi. 1895'te sınıf dördüncüsü olarak mezun oldu. Mustafa
Kemal Kuleli Askerî İdadisine girmeyi düşündüyse de ona ağabeylik yapan Selânikli subay
Hasan Bey'in Manastır'daki eğitimin daha iyi olduğu yönündeki tavsiyesine
uyarak 1896'da Manastır Askerî İdadisine kaydoldu.
1896-1899 arasında eğitim gördüğü
Manastır Askerî İdadisinde tarih öğretmeni Kolağası Mehmet
Tevfik Bey (Bilge), Mustafa Kemal'in tarihe olan merakını güçlendirdi. Okulda
Fransızca öğrendi, Selanik'te geçirdiği yaz tatillerinde de Fransızca
kurslarına devam etti.19 Nisan 1897'de başlayan Osmanlı-Yunan Savaşı'na gönüllü olarak katılmak istediyse de hem idadi öğrencisi
olduğu için hem de 16 yaşında olduğundan dolayı cepheye gidememiştir. Kasım
1898'de Manastır Askeri İdadisinden sınıf ikincisi olarak mezun oldu.13 Mart
1899'da İstanbul'da Mekteb-i Harbiye-i Şahaneye girdi. Harbiye'ye girdikten iki ay sonra sınıf çavuşu
oldu.Birinci sınıfı 27 ikinci sınıfı 11., üçüncü sınıfı 549 kişi arasından
piyade sınıf sekizincisi (1317 - P.8) olarak bitirdi ve 10 Şubat 1902'de piyade
mülazım (bugünkü ismiyle Teğmen) rütbesiyle kurmay subayların yetiştirildiği
Harp Akademisine girmeye hak kazandı.
Mekteb-i Harbiye-i Şahane'nin
akabinde Erkan-ı Harbiye Mektebine (Harp Akademisi) devam etti ve kurmay subaylık eğitimi
aldı. Harp Akademisi'ndeyken arkadaşları ile birlikte hükûmetin yönetimi ve
politikaları konusunda fark ettikleri eksiklik ve hataları açıklamak için elle
yazılmış bir gazete çıkardılar. Okul yönetimi tarafından takip edilseler de
ceza almadılar ve okul bitene kadar gazete çalışmalarına devam ettiler.11 Ocak
1905'te kurmay yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu.
2- Askerlik Dönemi ( 1905 – 1918 )
Erken Dönem
Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal,
mezuniyetinin ardından merkezi Şam'da bulunan 5. Ordu'ya staj amacıyla gönderildi. Bu stajında piyade, süvari ve
topçu sınıflarında görev aldı. 1905-1907 yılları arasında Şam'da Lütfi Müfit Bey (Özdeş) 5. Ordu emrinde görev yaptı. İlk stajı 5.
Ordu'ya bağlı 30. Süvari Alayı'nda gerçekleşti. Bu dönemde düşük rütbeli
stajyer bir kurmay subay olarak Suriye'nin çeşitli bölgelerindeki isyanlarla
ilgilenen Mustafa Kemal, "küçük savaş" (gerilla savaşı) üzerine
tecrübe kazandı. İsyanlarla uğraştığı dört aydan sonra Şam'a döndü. Ekim 1906'da
Binbaşı Lütfi Bey, Dr. Mahmut Bey, Lüfti Müfit (Özdeş) Bey ve askerî
tabip Mustafa Cantekin ile Vatan ve Hürriyet adlı bir cemiyeti kurduktan sonra ordudan izinsiz
Selânik'e gitti. Selânik Merkez Komutan Muavini Yüzbaşı Cemil Bey (Uybadın)'in
yardımıyla karaya çıktı ve orada cemiyetinin şubesini açtı. Bir süre sonra
arandığını öğrendi ve ona ağabeylik yapan Albay Hasan Bey, Tel Aviv'e dönüp
oranın komutanı Ahmet Bey'e Mısır sınırında
Bîrüssebi'ye gönderildiğini bildirmesini önerdi. Ahmet Bey de Mustafa Kemal'i
Bîrüssebi'ye tayin etti ve bir süre sonra topçu staj için tekrar Şam'a gönderildi.20 Haziran 1907'de Kolağası (kıdemli
yüzbaşı) oldu ve 13 Ekim 1907'de 3. Ordu'ya kurmay olarak atandı ancak Selânik'e vardığında 'Vatan ve Hürriyet'in şubesinin İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne ilhak edildiğini öğrendi. Bu yüzden kendisi de Şubat 1908'de
İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu (üye numarası: 322).22 Haziran 1908'de
Rumeli Doğu Bölgesi Demiryolları Müfettişliğine atandı.
23 Temmuz 1908'de meşrutiyetin ilanından
sonra Aralık 1908 sonlarında İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından
toplumsal ve siyasal sorunları ve güvenlik problemlerini incelemek üzere
bugünkü Libya'nın bir parçası
olan Trablusgarp'a gönderildi. Burada 1908 Devrimi'nin fikirlerini Libyalılara yaymaya ve buradaki nüfusun farklı
kesimlerinden gelenleri Jön Türk politikasına kazanmaya çalıştı. Bu siyasi
görevin yanı sıra bölge halkının güvenliği ile de ilgilendi. Kentin dışında
yapılan bir savaş tatbikatında Bingazi Garnizonuna
önderlik ederek askerlere modern taktikler öğretti. Bu tatbikat süresince
isyana meyilli Şeyh Mansur'un evini sararak bölgede sistem karşıtı başka güçlü
kişilere örnek olması amacıyla onu kontrol altına aldı. Ayrıca hem kentli
insanları hem de kırsal bölge insanlarını korumak için bir yedek ordu
planlamaya başladı.
13 Ocak 1909'da 3. Ordu'ya bağlı Selânik Redif Fırkasının Kurmay Başkanı oldu ve 13
Nisan 1909'da Meşrutiyet'e karşı
3. Ordu'ya bağlı Taşkışla'da konuşlanmış 2. ve 4. Avcı Taburlarının isyanıyla
başlayan, diğer birliklerin katılımıyla genişleyen 31 Mart Ayaklanması'nı
bastırmak üzere Selânik ve Edirne'den yola
çıkarak Mirliva Mahmud Şevket Paşa komutasında 19 Nisan 1909'da İstanbul'a girecek olan Hareket Ordusu'na bağlı
birinci kademe birliklerinin kurmay başkanı oldu. Daha sonra 3. Ordu
Kurmaylığı, 3. Ordu Subay Talimgâhı Komutanlığı, 5. Kolordu Kurmaylığı, 38. Piyade Alayı Komutanlığı görevlerinde
bulundu.
Stuart Kline'ın Türk Havacılık Kronolojisi kitabına
göre, Mustafa Kemal, 1910'da Fransa'da düzenlenen Picardie Manevraları'na katıldı. Burada yeni üretilen uçakların deneme
uçuşları yapılıyordu. Ali Rıza Paşa, bu uçuşlardan birine katılmak isteyen
Mustafa Kemal'i önledi. Ve akabinde uçuş yapan o uçak dönüş esnasında yere
çakıldı. Bazı kaynaklar tarafından, bu hikâyeye dayanarak Atatürk'ün uçağa
binmekten korktuğu iddia edilse de kitabın yazarı Kline, Atatürk'ün olaydan
sonra 3 defa uçağa bindiğinden bahseder.
Mustafa Kemal, dönüşünün ardından 27
Eylül 1911'de İstanbul'da Genelkurmay Karargâhı'nda görev aldı.
Trablusgarp Savaşı
1911'de İtalyanlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kuzey Afrika'daki son toprakları
olan Trablus vilayeti
ile doğrudan merkeze bağlı olan ve müstakil sancak da denilen Bingazi'yi ele
geçirmek amacıyla savaş ilan etti.29 Eylül 1911'de verilen bir nota ile bu
savaşın belirli sebeplerle başlayacağı bildirildi. Bunun üzerine İtalyan
kuvvetleri herhangi bir müzakere olmaksızın 4 Ekim 1911'de Trablus'a
saldırdı. Osmanlılar, başlayan Trablusgarp Savaşı'nda zor durumdaydı; Harbiye Nazırı olarak görevini
sürdüren Mahmud Şevket Paşa, Mekteb-i Harbiye'de subaylarla yaptığı bir toplantıda kara
ordusunun ve donanmanın zayıflığı sebebiyle Trablus'un savunulamayacağını
itiraf etmişti. İtalya tarafında da durum pek farklı değildi, onlar da
yeterince gelişmiş olmadıkları için bu mücadeleye iyi hazırlanamamışlardı.
Mustafa Kemal bu esnada İstanbul'daki Genelkurmay'a atanmıştı ancak bu göreve
başlamadan Trablusgarp'a doğru yola çıkacaktı. Bunun üzerine Binbaşı Enver Bey, Fuat, Nuri ve Binbaşı Fethi gibi
diğer İttihatçı subaylar gibi Kolağası Mustafa Kemal de Trablusgarp'a
gitmeye karar verdi. Mustafa Kemal İstanbul'dan ayrılmadan önce İttihat ve
Terakki merkez komitesinden para istemiş, Enver'e katılması söylenip para
verilmeyince kendi imzaladığı senetlerle 200 sterlin toplayarak Trablusgarp'a
doğru yola çıkmıştı.
İtalyan kuvvetleri bir ay içerisinde
Trablus'tan Bingazi'ye kadar olan kıyıları işgal etmişti. Osmanlı kuvvetleri, bir
saldırı beklenmediği için buradaki kuvvetlerini Yemen'e sevk etmiş ve bu nedenle
İtalyanlara karşı savunmasız kalınmıştı. O bölgede yalnızca 4.000 asker
bulunuyordu. Bunun üzerine, 15 Ekim 1911'de, Tanin gazetesi muhabiri Mustafa Şerif Bey kimliğini kullanan Mustafa Kemal, Ömer
Naci ile Sapancalı Hakkı ve Yakub Cemil adında
iki fedai eşliğinde bir Rus gemisiyle İstanbul'dan ayrıldı. Mustafa Kemal ile
grubu, Mısır'da Kahire ve İskenderiye üzerinden
Bingazi'ye gitmeyi amaçlıyordu. Mustafa Kemal 29 Ekim'de İskenderiye'den yola
çıktıktan kısa bir süre sonra yaralandı ve geri dönerek iki hafta
İskenderiye'de hastanede yatmak zorunda kaldı. Çocukluk arkadaşları Nuri ve
Fuat ile burada buluşup tekrar yola çıktı. 29 Kasım'da trenle İskenderiye'den
ayrıldılar, aynı gün vardıkları son istasyondan 1 Aralık'ta develerle ayrılarak
8 günlük yolculuğun ardından Libya sınırına, 12 Aralık'ta ise sınırın
80 km batısındaki Resuldefne'ye vardılar. Mustafa Kemal yoldayken Bingazi
bölgesi komutanı olan Enver Bey'e 30 Kasım'da genelkurmay başkanlığı Mustafa
Kemal'in binbaşılığa terfi ettiğini bildirdi. Mustafa Kemal 18 Aralık 1911 günü
Enver'in Harbiye Nazırlığı'na çektiği bir telgrafa göre, "kendi
isteğiyle" orduya katıldı.
Mustafa Kemal ilk olarak 22
Aralık'ta Tobruk yakınında İtalyanlarla çarpıştı. İtalyanlar Tobruk'u 4
Ekim'de ele geçirmişti ancak tüm sahil boyunda olduğu gibi Tobruk bölgesinde de
Osmanlı birlikleri ve Arap kabilelerinin gerilla savaşı sebebiyle ülkenin iç
kesimlerine ilerleyememişlerdi. Bununla birlikte, Türk subaylarındaki
teşkilatlanmacılık ve İtalya'nın tam anlamıyla gelişimini tamamlayamamış, geri
kalmış olması da iç kesimlere kadar ilerleyememelerinin bir sebebi olarak
görülmektedir. Buna rağmen, İtalyanlar, Osmanlıları zorlamak için On İki Adalar'a da
saldırdı. İlk başta doğudaki birliği Mustafa Kemal, batıyı ise Enver komuta
ediyordu; harekât hacmi büyüyünce Enver tüm cepheyi, Mustafa Kemal ise Derne bölgesini
komuta etmeye başladı. Derne'deki 16-17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden
yaralanıp bir ay hastanede tedavi gördü ve 6 Mart'ta Derne Komutanlığı'na
getirildi. Fakat daha sonra gözünden tekrar rahatsızlandı ve bir hafta boyunca
yataktan kalkamadı.
3 Mart 1912'deki Derne Muharebesi'nde
Osmanlı kuvvetleri 63 ölü ve 168 yaralı verirken, İtalyanlar yaklaşık 200 ölü
verdiler. Bu esnada Mustafa Kemal Derne hattının tümünü komuta ediyordu ve
komutası altında sekiz Osmanlı subayı, 160 asker, bazı gönüllüler, bir topçu
bölüğü, İtalyanlardan ele geçirilen iki makineli tüfek ve 7.742 Arap askeri
vardı. Arap askerlerini Senusi zaviyeleri
sağlıyordu ve başlarındaki şeyhleri Osmanlı subaylarına bağlıydı. Bu kuvvet
15.000-16.000 İtalyan askerini Ekim 1911-Eylül 1912 arasında Derne'de tutmayı
başardı. 11 Eylül 1912'de İtalyanlar, başarısızlıkların ardından yapılan komuta
değişikliğinin ardından Derne'den çıkmak için güçlü bir hücum başlattılar ancak
Mustafa Kemal komutasındaki Türk ve Araplar tarafından tekrar durduruldular.
Sahil şeridinde sıkışan İtalyan
kuvvetleri, Osmanlıları barışa zorlamak için Doğu Akdeniz ve Kızıldeniz'e
saldırılar düzenlemeye karar verdi. 1912 Mart ayında Beyrut, Nisan ayında
Çanakkale Boğazı, Mayıs ayında ise Rodos ve ve On İki Adalar'a saldırdılar. Bu
nedenlerle Orta Doğu'da Berlin Konferansı ile sağlanan barış ortamının
bozulacağından endişe eden Rusya, İngiltere ve Fransa ara buluculuk
faaliyetlerine başladı. Fakat Libya'nın İtalyanlara verilmesine yönelik
şartların konuşulduğu bu girişimler, İttihatçılar tarafından kabul görmedi.
Savaş devam ederken, Mustafa Kemal
Temmuz 1912'de savaşın ilerleyen zamanda daha iyi incelenmesine olanak sağlayan
iki emir verdi. Emirlerden 13/14 Temmuz'da verdiği birincisi, tüm subayların
iki askeri gazeteyi okumaları ve dünyadaki gelişmeler ile Osmanlı ordusunun
başarılarından haberdar olmalarını içeriyordu. İkinci emir ise 22 Temmuz'da
verdiği, tüm subayların savaştaki tecrübelerini tarih, bulunulan şartlar,
komutanın emirleri, yapılan harekât ve sonuçları ve askerlerin psikolojik
durumunu da içerek şekilde bir ay içerisinde yazmaları konusundaki emirdi. Bu sayede
Batılı bir düşmana karşı savaşta edinilen tecrübeleri yazılı hale getirmeyi
amaçladı. Mustafa Kemal bu savaşta özellikle gerilla savaşı, derme çatma
birlikleri yönetme, istihbarat toplama, lojistik destek gibi askeri tecrübenin
yanı sıra, Arap kabile liderleriyle yaptığı görüşmeler ve pazarlıklar ile
diplomasi alanında da önemli tecrübe kazandı. Nitekim buradaki başarısı
kendisinin de adının yayılmasını sağladı.
Aynı yılın Eylül ayında başlayan
barış görüşmelerine rağmen çatışmalar sürerken, Karadağ'ın 8
Ekim'de Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmesi ile I. Balkan Savaşı başladı. Karadağ'ı takiben, Bulgaristan, Sırbistan ve
Yunanistan da Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. İlk başta Enver'in İstanbul'a
dönmesi ve Mustafa Kemal'in cepheyi devralmasına karar verilmişti ancak
Osmanlıların karşılaştığı tehlikenin boyutları ortaya çıkınca çoğu subay
İstanbul'a geri döndü ve cephe Enver'in kardeşi Nuri komutasına
girdi. Bu esnada Balkan Savaşı nedeniyle Osmanlı hükûmeti İtalyanlarla barışa
razı oldu. Balkan Savaşları başladığında Trablusgarp'ta görev
yapan Derne Komutanı Mustafa Kemal ve Binbaşı Nuri Bey, bu savaşlarda görev
almak istediler. Mustafa Kemal, dönemin Osmanlı Harbiye Nazırı Enver Bey'in de izni ile 24 Ekim 1912'de Trablusgarp'tan
ayrıldı. Viyana, Macaristan ve Romanya üzerinden İstanbul'a döndü. Bunu tercih
etme nedeni ise gözlerini Avusturya'da tedavi ettirebilmekti.
Bununla birlikte, bölgede direnişe
devam eden subaylar da vardı. Şehzade Osman Fuad Efendi de
bu isimlerden biriydi. Diğer subaylarla beraber Trablusgarp'ı terk eden Mustafa
Kemal, Kasım 1912'de İstanbul'a vardı. Osmanlı hükûmeti ile İtalya arasında 18
Ekim 1912'de Uşi Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile, Trablus İtalyanlara verilirken
İtalya da savaş tazminatı olarak 90 bin altın ödeyecek ve sahip olduğu
kapitülasyonlar da ilga edilecekti. Ayrıca savaş sırasında İtalyanlarca işgal
edilen On İki Adalar da geçici olarak İtalyanlara bırakıldı. İtalyanlar,
Osmanlı güçleri Trablus'u boşalttıktan sonra adalardan ayrılacaktı. Padişah
naibi olarak vezir rütbeli bir memur Trablus'a gönderilecek vakıflar ile halkın
dini haklarına uyulup uyulmadığı denetlenecek, din görevlerinin tayini ise
İstanbul'dan Şeyhülislamlık tarafından yapılacaktı. Halk ise Senusi tarikatı
şeyhi Ahmed eş-Şerif
es-Senusi önderliğinde Trablus'ta Mondros Mütarekesi'ne kadar direnmeye devam etti.
Balkan Savaşları
Birinci
Balkan Savaşı
Mustafa Kemal 1912 Kasımında
İstanbul'a vardığında Osmanlıların Avrupa kıtasındaki topraklarından geriye sadece
başkent İstanbul ile hemen batısı, Çanakkale yarımadası ve kuşatılmış üç kent
olan İşkodra, Yanya ve doğu Trakya'nın en büyük şehri olan Edirne kalmıştı.
Bulgar kuvvetleri Çatalca'ya kadar gelmiş, başkent İstanbul'u tehdit ediyordu.
21 Kasım 1912'de karargâhı Bolayır'da
bulunan Bahr-i Sefit Boğazı Kuvayi Mürettebesi (Akdeniz Boğazı Bileşik Gücü) Harekât
Şubesi Müdürlüğü'ne atandı. Gücün komutanı Fahri Paşa, kurmay başkanı ise okul
arkadaşı Fethi (Okyar) idi. Mustafa Kemal Bolayır'dayken, 23 Ocak 1913'te Enver
ve taraftarlarının yaptığı Bâb-ı Âli Baskını ile iktidar İttihat ve Terakki'ye geçmişti. 30 Ocak tarihinde Mahmut Şevket Paşa hükûmeti
büyük güçlerin önerdiği barış koşullarını reddetti. 3 Şubat'ta ateşkesin süresi
doldu ve Bulgarlar tekrar Edirne'yi bombalamaya başladılar.
Bulgar saldırısı üzerine Genelkurmay
Başkanı İzzet Paşa tarafından Akdeniz Boğazı Bileşik Gücü'nün batıdan
Bulgarlara saldıracağı, Hurşit Paşa'nın komutasında ve Enver'in kurmay başkanı
olduğu 10. Kolordu'nun denizden Şarköy'e çıkarak güneyden Bulgarların arkasına
saldıracağı bir hücum planlandı. Operasyon detaylıca planlandı ve Ocak sonlarında
prova edildi. Bir fırtına sebebiyle 8 Şubat'a ertelenen hücumda, Şarköy'e
çıkacak birlikler gecikti. 10. Kolordu yarım gün geç şekilde Şarköy'e çıkartma
yaptı ancak Bileşik Güç bu esnada askerlerinin yarısını yitirerek geri
püskürtüldü. Bulgarların kıskaca alınamayacağı ortaya çıkınca, 10 Şubat'ta
çıkartma kuvveti geri çekildi. Gereken ateş desteği sağlayacak savaş
gemilerinin geç gelmesi, koordinasyonun sağlanamaması ve Bulgarların hatlarını
güçlendirmesi sebebiyle operasyon başarısız oldu.
Ortak harekâtın başarısızlığının
ardından 17-18 Şubat'ta iki birliğin komuta heyetleri arasında tartışma çıktı;
tartışmada 10. Kolordu komutanı Hurşit Paşa'nın tarafını tutan Mahmut Şevket
Paşa, politik sebeplerle onu her iki gücün komutanlığına getirdi. Gelibolu
açıklarında bekleyen 10. Kolordu'yu Çatalca'ya gönderme önerileri kabul
edilmeyen ve Hurşit Paşa'nın komutan olduğu kendilerine bildirilen Fahri Paşa,
Fethi ve Mustafa Kemal görevlerinden istifa ettiler. Bunun üzerine Mahmut
Şevket Paşa, Hurşit Paşa ve Enver'le birlikte Bolayır'a gidip komutanlar
arasında uzlaşma sağladı. Fahri Paşa görevden alındı, rağmen Fethi Bolayır'dan
ayrılarak İstanbul'a gitti, ikna edilen Mustafa Kemal ise boğazlardan ayrı bir
komutanlık haline getirilen Bolayır kolordusunun kurmay başkanı oldu.
19 Mart'ta Yanya Yunanların, 24 Mart
1913'te Edirne Bulgarların eline geçti. Çatalca cephesinde ise son Bulgar
hücumu 30 Mart'ta gerçekleşti. 16 Nisan'da ateşkes imzalandı. Bunun üzerine
Mahmut Şevket Paşa Trakya'da Midye-Enez hattının batısında kalan topraklar ile
Edirne'yi vermeyi kabul etmek zorunda kaldı ve 30 Mayıs 1913'te Londra'da barış
anlaşması imzalandı.11 Haziran'da Mahmut
Şevket Paşa bir suikast sonucu öldürüldü, yerine Sait Halim Paşa geçti.
İkinci Balkan Savaşı
Birinci Balkan Savaşı'nı kazanan
Balkan devletleri, savaşın hemen ardından ele geçirdikleri bölgeleri paylaşma
konusunda anlaşmazlığa düştüler. Yunanistan ile Sırbistan, Romanya'nın toprak
isteminde bulunduğu Bulgaristan'a karşı birlikte harekete geçmeye karar
verdiler. Ancak Bulgaristan ilk saldıran taraf oldu. 29-30 Haziran gecesi
Bulgarlar, Makedonya'daki Sırp ordusuna saldırdılar ancak yenildiler. Yunanlar
da Selanik'ten doğuya doğru ilerleyip Güney Makedonya'nın tümünü işgal ettiler.
Bu durum üzerine Bulgarlar, Osmanlı ordusu karşısındaki güçlerinin ana bölümünü
diğer cephelere kaydırdılar.
İttihat ve Terakki Cemiyeti,
kaybedilen toprakları yeniden ele geçirmek için bu fırsatı değerlendirdi. 18
Temmuz'da Osmanlı ordusu Edirne'ye doğru bir harekâta başladı ve 21 Temmuz
1913'te çok az direnişle karşılaşarak şehri aldı. Bir yazara göre Edirne'ye ilk
giren birlik Mustafa Kemal'in Bolayır kolordusuna bağlı bir tugaydı ancak
saldırıya katılan birliklerin başında Hurşit Paşa bulunuyordu. Mustafa Kemal'in
Bolayır kolordusu ayrıca Dedeağaç'ı da ele
geçirdi. 29 Eylül 1913'te Bulgar temsilcilerinin İstanbul'da imzalanan barış
anlaşması ile savaş sona erdi.
Savaşın sonunda Batı Trakya'daki Türk
nüfusu, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere Osmanlı topraklarına göçe başladı.
Mustafa Kemal annesi Zübeyde Hanım için Dolmabahçe Sarayı'na inen Akaretler yokuşunda
bir ev buldu. Üvey babası Ragıp'ın on altı yaşındaki yeğeni Fikriye de
Sultan Ahmet Camii yakınında bir eve yerleşti.
Askeri
Ataşelik
ATAŞE, bir ülkenin başka bir ülkedeki diplomatik görevlerinde belirli bir uzmanlık alanı ile ilgili olarak temsil ve bilgi toplama vazifelerini icra eden elçilik görevlisidir. |
İkinci Balkan Savaşı'nın ardından
Mustafa Kemal, İstanbul'da Fethi'nin (Okyar) evine yerleşti. Fethi kendini politikaya verme amacıyla,
olasılıkla Şarköy harekâtının başarısızlığı sebebiyle askerlikten ayrılmıştı.
Ancak İttihat ve Terakki içindeki çekişmelerin ardından Talat, Fethi'ye Sofya büyükelçiliği görevini önerdi. Cemal'e de danışan Fethi, Balkanlar'da dengeyi sağlamak üzere
Bulgaristan'la dostluk kurulması göreviyle büyükelçiliği kabul etti ve Mustafa
Kemal'i askerî ataşe olarak yanına istedi. Bu isteğin kabul edilmesi üzerine
Mustafa Kemal, 27 Ekim 1913'te Sofya askerî ataşeliğine atanarak yakın arkadaşı Sofya sefiri
(elçisi) Fethi'nin (Okyar) emri altında çalıştı. Teoride Romanya, Sırbistan ve Karadağ krallıklarının
başkentleri Bükreş, Belgrad ve Çetine için de aynı görevi sürdürüyordu ancak uygulamada
çalışmaları Bulgaristan sınırları içindeydi.
Mustafa Kemal 20 Kasım 1913 tarihinde
Sofya'ya vardı. Burada Dondukov Bulvarındaki Splendid Palas Oteli'ne yerleşti
ve yedi ay boyunca burada kaldı. Ardından Ferdinand Bulvarı'nda bir daireye
yerleşti. Askerî ataşe olarak kendisine ulaşan bilgileri İstanbul'a aktarmakla
görevliydi. Burada Bulgaristan başta olmak üzere Balkan devletlerinin politik
ve askerî durumlarına dair raporlar hazırladı. Görevi esnasında Bulgaristan'ın
Osmanlı'dan bağımsızlığını kazandıktan sonraki askerî, idari ve kültürel
gelişmesini yakından inceleme şansı bulduğu gibi Bulgar ordusundan
bazı subaylarla da ilişkiler kurdu. Bu görevde iken 1 Mart 1914'te yarbaylığa (kaymakam) yükseldi. Sofya'ya varışından kısa süre sonra
Bulgar Genelkurmay başkanından aldığı İstanbul'daki Alman subayların,
özellikle Goltz Paşa'nın
Osmanlı askerî hareketlilikleri konusunda Bulgarları bilgilendirdiğine dair
istihbaratı İstanbul ile paylaşmış, Kâzım Karabekir'den İstanbul'daki
Almanların buna öfkelendiği yanıtını almıştı.
Mustafa Kemal'in Sofya'da en önemli
istihbarat toplama yöntemlerinden biri sosyal etkinliklerdi. Bulgar ordusunun
üst ve alt rütbeli subayları, politikacılar ve toplumun önce gelenleri ile
görüşmek görevinin bir parçasıydı. Burada iken yazdığı ve 1918'de yayımlanan
ilk kitabı Zabit ve Kumandan ile Hasbihal sayesinde Harbiye
Nazırı Stiliyan Kovaçev ve
kızı Dimitrina ile tanıştı. Burada özellikle Bulgaristan'daki Müslüman Pomaklara yapılan din değiştirme baskısı konusuna (Fethi'nin
yanında) müdahil oldu. Sosyal yaşamında en önemli olay 11 Mayıs 1914'te Kral I. Ferdinand'ın
da katıldığı bir kıyafet balosuna davet edilmesiydi. Baloya Enver'in özel
izniyle İstanbul'daki askerî müzeden gönderilen gerçek bir Yeniçeri
üniformasıyla katıldı. Üniformayı geri gönderirken arkadaşı Kâzım'a (Özalp) yazdığı bir mektupta tüm dikkatleri üzerine
topladığını ve sorulan soruların Türklerin eski askerî gücü ve zaferleri
hakkında konuşma fırsatı sunduğunu anlatmıştı.
Sofya'da görevi devam ederken 28
Haziran 1914'te Avusturya tahtının veliahdı Arşidük Franz Ferdinand öldürüldü ve ardından 28 Temmuz 1914'te I. Dünya Savaşı başladı.
Enver'in Alman Amiral Souchon'a verdiği gizli emir ile Osmanlı donanması Karadeniz'e açılarak
29 Ekim 1914'te Rus limanlarına hücum etti. Bunun üzerine 2 Kasımda Rusya, 5 Kasımda İngiltere ve Fransa
Osmanlılara, Osmanlı hükûmeti de 11 Kasım'da bu ülkelere savaş ilan etti.
Savaş ilanının ardından Mustafa
Kemal, Harbiye Nazırlığı'na ve Enver'e başvurarak ön cephede aktif göreve
gelmek istedi, ancak Enver askerî ataşelik görevinin daha önemli olduğunu
söyleyerek reddetti. Enver'in Kafkasya'da Ruslara karşı savaşmak üzere
İstanbul'dan ayrılmasının ardından Enver'in vekili İsmail Hakkı imzasını
taşıyan telgrafla Sofya'dan ayrılıp Çanakkale'ye gönderilmek üzere Tekirdağ'da
toplanmakta olan 19. Tümen'in komutasına atandı. 20 Ocak 1915'te Sofya'dan
ayrıldı.
Mustafa Kemal'in askerî
ataşe görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada 28 Temmuz 1914'te I. Dünya
Savaşı başladı, Osmanlı
Devleti de 29 Ekim 1914'te
savaşa girdi. 20 Ocak 1915'te Mustafa Kemal 3. Kolordu emrinde Tekfurdağ'da kurulacak olan 19. Fırka Komutanlığına atandı.
Çanakkale
Savaşı
2 Kasım 1914'te Rusya,
Osmanlı'ya savaş ilan etti. Bunun ardından İngiliz ve Fransız savaş gemileri
Çanakkale Boğazındaki Seddülbahir, Kumkapı ve Orhaniye tabyalarını bombaladı.
Bu donanmaya karşı yapılan savunmada beş subay ve seksen asker öldü. Türk
ordusu 3 ay boyunca hazırlık yaptı ve genel olarak kara ordularının yapacağı
savunmaya dikkat etti. Mustafa Kemal henüz tümenin istendiği gibi kurulmasına
fırsat olmadan, İtilaf Devletleri'nin Çanakkale
Boğazı'nı tehdit eder bir
pozisyon alması üzerine 25 Şubat'ta yalnızca tümene bağlı 57. Alay ile Maydos'a (günümüzde Eceabat) hareket emri aldı. Bu esnada İngiliz ve Fransız gemileri 19 ve 25
Şubat'ta Boğaz girişindeki istihkamları bombalamış, donanma topçusuna atış
düzeltmelerinde yardımcı olacak birlikleri karaya çıkartmıştı.
Seddülbahir'de Bigalı Mehmet isminde bir çavuş tüfeği tutukluk yapınca
İngilizlere taşla saldırmış, Mustafa Kemal de bu olayın yayımlanmasına yardımcı
olarak günümüzde Türk askeri için kullanılan "Mehmetçik" adının
doğmasını sağlamıştır. 19. Tümen'e destek olması için 72. ve 77. alaylar da
bölgeye kaydırıldı. Mustafa Kemal kolordu karargahından eğitimi zayıf Arap
askerlerden oluşan bu alaylar yerine kendi eğittiği ve yedekte tutulan Türk
alayları istedi ancak bu isteği reddedildi. 18 Mart 1915'te Çanakkale'deki en önemli deniz harekatı gerçekleşti ancak Mustafa Kemal'in bu harekâtla sadece dolaylı
ilgisi vardı. Bu harekâttan hemen önce Nusret gemisi tarafından boğaza mayın
döşendi. Bu mayınlar; Queen
Elizabeth, Ocean ve Bouver gibi zırhlı gemilere zarar vererek geri çekilmelerine
neden oldu. Bu sırada 19.Tümen ise, 23 Mart 1915'te Müstahkem Mevki Komutanlığı
emriyle Eceabat bölgesinde ihtiyata alındı
25 Nisan 1915'te Gelibolu Yarımadası'na İtilaf Devletleri'nin
yaptığı çıkartmalarıyla Çanakkale Savaşı'nın
ana kara harekâtları başladı. İtilaf Devletleri, Türklerin yoğun direnişine
rağmen kuzeyden güneye doğru Gelibolu Yarımadası'nın
Saros Körfezi tarafındaki Arıburnu, güney
ucundaki Seddülbahir ve
Anadolu yakasında Kumkale yakınlarında karaya
asker çıkardılar. Kumkale'deki Fransız askerleri kısa sürede geri çekildi ancak
Arıburnu'ndaki İngiliz ve Anzaklar doğuya, Seddülbahir'deki İngiliz ve
Fransızlar kuzeye ilerlemeye çalışıyordu. 3. Kolordu komutanı Mehmet Esat Paşa'nın
emrinde savaşan Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal'in 19. Tümeni bu esnada
Arıburnu'na 8 km mesafede, yarımadanın Boğaz'a bakan kısmında yer alan
Eceabat'ta yedek olarak bekletiliyordu. Seddülbahir'den Arıburnu'na kadarki
İtilaf öncü güçleriyle Albay Halil Sami komutasındaki 9. Tümen karşılaşmıştı.
Halil Sami, Mustafa Kemal'den Arıburnu'nun doğusundaki tepeleri
elde tutmak için derhal bir tabur istedi. von Sanders ve Esad Paşa'yla
iletişime geçemeyen Mustafa Kemal ise inisiyatif alarak süvariler, tümenin
topçu dağ taburu ve sıhhiyecilerden oluşan 57. Alay'ı sevk etti. Bu çarpışmayı
anlatırken, bir tepeye tırmanıp arkadan gelen birliğini beklerken 9. Tümen'den
geri çekilmekte olan askerlere rastladığını, Conk Bayırı'na doğru giden 261
rakımlı tepeye doğru serbest biçimde çıkan düşman askerlerini gördüğünü,
düşmanın kendi askerlerinden daha yakında olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine
cephanesi kalmadığını belirten askerlere "cephaneniz yoksa süngünüz
var" diyerek süngü taktırıp mevzi aldırmış, bunu gören düşman da yatınca
zaman kazanmıştır. Kendi 57. Alay'ı ulaşınca düşmanın kuzey kanadına saldırmak
üzere "Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye
kadar geçecek zaman içinde, yerimizi başka kuvvetler ve kumandanlar
alabilir" emrini vermiştir. 25 Nisan çatışmalarında kritik bir nokta olan
Conk Bayırı tepesini elde tutmayı başardı. İlk günün çatışmalarının ardından
Anzak kuvvetleri dar bir köprübaşında sıkıştırılmıştı. Ertesi gece 77. Alay
paniğe kapılıp kaçınca durumu kritikleşti ancak yeni birliklerin varışı ile
hatları yeniden güç kazandı. 29 Nisan'da Mustafa Kemal'e Arıburnu'nda
gösterdiği yararlılık için İmtiyaz Nişanı verildi.
Mayıs ayında kuzey grubu tarafından savunulan cephe üç bölgeye
ayrılmış, Mustafa Kemal grubun sağ kanadının kuzey bölgesinin komutanlığına
getirilmişti. Liman von Sanders tüm kuvvetlerin komutanlığını sürdürüyordu.
29-30 Mayıs'ta Mustafa Kemal, Conk Bayırı'ndan Sazlıdere sel yatağına büyük
çaplı bir hücum düzenledi. 1 Haziran'da albay rütbesine terfi etti.
Gelibolu cephesinin ikinci aşaması, İngiliz, Anzak ve Hint
birliklerinin Mustafa Kemal'in savunduğu Arıburnu'nun kuzeyindeki Suvla Koyu'na 6 Ağustos gecesi yaptıkları çıkartma
ile başladı. Çıkartma, Arıburnu'ndan kuzeye doğru bir saldırı ve ilerleme ile
desteklendi ve Anafartalar Cephesi açıldı.
Conk Bayırı tekrar tehdit edilince, Mustafa Kemal çocukluk arkadaşı Nuri'yi 24. Alay'ın başında burayı savunmaya
gönderdi. Nuri, daha sonra Conk Bayırı Muharebesi'ndeki
rolüyle Atatürk'ten "Conker" soyadını alacaktı. İtilaf kuvvetleri
Suvla sahiline yerleşmeye başlayınca Liman von Sanders, Bolayır kıstağını
koruyan iki tümene güneye inerek İngilizlere karşı saldırı yapma emri verdi.
Kuvvetler bölgeye vardığında başlarındaki Albay Fevzi, askerlerin kırk
kilometre yürüdüğü, yorgun oldukları ve tümünün bulunmaları gereken yerlere
varamadıkları gerekçesiyle ek zaman istedi. Bunun üzerine von Sanders, 8
Ağustos 21.50'de Fevzi'yi görevden alarak yerine Mustafa Kemal'i getirdi.
Haberi alan Mustafa Kemal, Arıburnu kuzeyindeki tüm güçlerin komutasını istedi;
von Sanders kabul ederek onu 9 Ağustos'ta Suvla Koyu'nun kuzeyindeki
Kireçtepe'den, güneydeki Conk Bayırı'na kadar bölgede yer alan altı tümenin
komutasına geçirdi. Komutasındaki birlikler "Anafartalar Ordu Grubu"
olarak yeniden adlandırıldı. Anafartalar Grup Komutanı olarak 9-10 Ağustos'ta Anafartalar
Zaferi'ni kazandı. Conk Bayırı'nda karşı saldırıyı bizzat yönetti.
Çarpışma sırasında bir şarapnel parçası göğsündeki saate isabet etti.Parçalanan
saat yaralanmasını önledi. Bu saati daha sona Liman von Sanders'a armağan
etmişti. 10 Ağustos'ta cephenin güney ucundaki sırtları kontrol altına aldı. Alınan
başarı üzerine 5. Ordu komutanı
Müşîr Otto Liman von Sanders'in
takdirini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe ve
21 Ağustos'ta II.
Anafartalar Zaferi takip etti.
Miralay Mustafa Kemal, Ruşen Eşref Bey (Ünaydın)
başta olmak üzere İstanbul basını tarafından "Anafartalar Kahramanı"
olarak kamuoyuna tanıtıldı. Harb Mecmuası dergisinde boy fotoğrafı
yer aldı. 20 Eylül'de hastalandı, sıtmaya yakalandığından kuşkulanıldı ancak Gelibolu'da
görevine devam etti. Osmanlı ordusunu yöneten Alman subaylarla savaşın başından
itibaren sorun yaşayan Mustafa Kemal, Eylül ayından sonra Çanakkale'deki
savaşın kazanılacağını öngörerek daha faydalı olacağını düşündüğü başka bir
cephede görev almak istedi.
Kafkasya
Cephesi
14 Ocak 1916'da Gelibolu'dan Edirne'ye
sevk edilmiş olan 16. Kolordu komutanlığına atandı. Edirne'de
bulunduğu 2 ay kadar süre boyunca 16. Kolordu'nun ikmali, toparlanması ve
eğitimi ile ilgilendi. Eğitim amacıyla Ta’biye Mes’elesinin Halli ve
Emirlerin Sûret-i Tahrîrine Dâir Nasâyih (Taktik Meselesinin Çözümü
ve Emirlerin Yazılmasına İlişkin Öğütler) eserini hazırladı ve yayımladı. Doğu
Cephesinde Rus birlikleri Osmanlı 3. Ordusu'nu püskürtmüş ve 16 Şubat'ta Erzurum'u,
3 Mart'ta Bitlis, Muş, Van ve Hakkâri'yi
işgal etmişti. Albay Mustafa Kemal 11 Mart tarihinde 3. Orduyu desteklemesi
için emrindeki 16. Kolordu ile birlikte Diyarbakır'a
gönderildi; Halep üzerinden gerçekleşen uzun bir yolculuğun ardından 27 Mart'ta
Diyarbakır'a vardı. Rütbesine göre kendisine ağır bir sorumluluk verilen 16.
Kolordu Komutanı Mustafa Kemal 1 Nisan 1916'da Diyarbakır'da
iken Tuğgeneralliğe (Mirliva) yükseltildi ve Paşa unvanını
aldı. 35 yaşında ulaştığı bu rütbe, I. Dünya Savaşı'nda aldığı en üst rütbe
olacaktı. 16 Nisan'da karargahını Silvan'da
kurdu Bitlis-Muş arasındaki yaklaşık 100 kilometrelik bir cepheden sorumluydu,
elindeki güç 13.741 asker, 9.297 tüfek, yedi makineli tüfek, 19 toptan
oluşuyordu.
Enver'in Doğu Cephesindeki planı, 2.
ve 3. Ordu'nun ortak bir harekâtını öngörüyordu. Ancak 2. Ordu daha güneyde
yerini alamadan Ruslar, 3. Ordu'ya saldırıp bozguna uğrattılar ve 15 Nisan
1916'da Trabzon'u işgal ettiler; temmuzda ise Gümüşhane, Bayburt ve Erzincan'ın
da bulunduğu daha geniş bir alanı ele geçirdiler ve 2. Ordu'yu Diyarbakır'a
gerilettiler. Osmanlı ordusu 3 Ağustos'ta karşı saldırıya geçti; 6 Ağustos'ta
Mustafa Kemal'in 16. Tümen'i Muş ve Bitlis'i
Ruslardan kurtararak Osmanlı birliklerine stratejik bir üstünlük sağladı.
Kafkas Cephesindeki bu başarısından dolayı altın kılıçlı imtiyaz madalyası ile
ödüllendirildi. Rusların ağustos sonundaki karşı saldırısı üzerine Mustafa
Kemal 21 Ağustos'ta orduyu tekrar Silvan'a çekti. Muş Rusların elinde kalırken,
Bitlis Osmanlı hakimiyetindeydi.
Mustafa Kemal Diyarbakır'dayken,
İttihatçı fedailerden Yakub Cemil bir hükûmet darbesi yapmaya karar vermiştir.
Savaşın kaybedildiğini düşünmektedir. Tek kurtuluş yolunun Bâb-ı Âli'yi
basıp hükûmeti devirerek Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı'nı değiştirmek
olduğuna inanmaktadır. Yeni Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı olarak da Mustafa Kemal'i
düşünmektedir. Anlaştığı arkadaşlarından biri komployu Enver Paşa'ya haber
vermiştir. Bunun üzerine Yakub Cemil kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Mustafa
Kemal Falih Rıfkı Atay'a anlattığı hatıralarında
şöyle demektedir: "O vakit tümenlerimden
birine komuta eden Ali Fuad (Cebesoy)'a, 'Yakub Cemil asılmış.
Sebebi de ben Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı olmadıkça kurtuluş yoktur,'
demiş. Dediğini yapmış bile olsaydı ben İstanbul'a
gittiğimde ilk iş olarak Yakub Cemil'i cezalandırırdım. Eğer ben, o ve onun
gibiler tarafından iktidara getirilecek bir adamsam, adam değilim ! " demiştir.
Erken gelen 1916 kışı, bölgede daha
fazla çatışma olmasını önledi. 25 Kasım'da 2. Ordu komutanı Ahmet İzzet Paşa
izin alıp İstanbul'a döndüğünde Mustafa Kemal komutan vekili olarak ordunun
başına geçti. Vekil olduğunda, gelecekte Kurtuluş Savaşı'nda beraber çalışacağı
subaylar İsmet (İnönü), Cafer Tayyar (Eğilmez) ve Harbiye'den
arkadaşı Ali Fuat (Cebesoy) komutası altına girmişti.
Sina ve Filistin Cephesi
7 Mart 1917'de karargâhı Diyarbakır'da
bulunan 2. Ordu Komutan Vekilliğine atandıktan sonra Hicaz Kuvve-i Seferiyesi Komutanlığına
getirilmek istendi. Ancak bunu kabul etmeyerek 5 Temmuz 1917'de Yıldırım Ordular Grubu emrindeki 7. Ordu Komutanlığına atandı. 8 Ağustos'ta
Halep'e gitmek üzere İstanbul'dan ayrıldı. Bölgedeki değerlendirmelerinin
ardından Yıldırım Ordular Grubu komutanı Alman Falkenhayn ile stratejik konularda
anlaşamayarak 4 Ekim'de komutanlıktan istifa etti ve ay sonuna doğru İstanbul'a
geldi ve Pera Palas'a yerleşti.
15 Aralık 1917 ile 5 Ocak 1918
tarihleri arasında Veliaht Vahdettin Efendi'nin
maiyetinde Almanya'ya giderek Berlin'de Kayzer II.
Wilhelm, Hindenburg, Ludendorff ve
Genel Karargâh ile savaşın stratejik durumuna dair görüşmelerde yer aldı, Alsas bölgesini ve
cepheyi ziyaret ederek subaylarla görüştü. Ziyaret dönüşünde sol böbreğinin
iltihap kapması üzerine uzun süre hasta olarak yattı. 25 Mayıs'ta yola çıktı;
Haziran ve Temmuz 1918'de Viyana ve Karlsbad'da
tedavi gördü. Tedavisi esnasında Almanca ve Fransızca dersleri aldı. Sultan Mehmed
Reşad'ın ölümü ve Vahdettin'in cülûsu üzerine
İstanbul'a dönmek üzere 27 Temmuz'da Karlsbad'dan ayrıldı ancak Viyana'da İspanyol gribine yakalandığı
için İstanbul'a 4 Ağustos'ta varabildi.
7 Ağustos'ta 7. Ordu Komutanı olarak Filistin Cephesi'ne atandı. 26 Ağustos'ta
Halep'e ulaştı, daha sonra 1 Eylül'de Nablus'taki
karargahına geçti. Suriye'de ve muharebe hattındaki incelemesinin ardından
Enver'in kendisini yanlış bilgilendirdiğini ve elindeki kuvvetin zayıflığını tespit
etti. 19 Eylül'de General Allenby komutasındaki İngiliz
kuvvetleri, General Sanders komutasındaki
Yıldırım Ordular Grubu'na saldırıya geçerek Megiddo Muharebesi'ni başlattılar.
Muharebe sonucunda Yıldırım Ordular Grubu'nu oluşturan 8. Ordu tamamen, 4. Ordu ise büyük ölçüde imha oldu. Sadece
Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 7. Ordu Şam ve Halep'ten kuzeye
çekilerek, Kilis güneyindeki
Müslimiye'de savunma hattı oluşturdu. Mondros Ateşkes Anlaşması'na kadar geçen
zamanda, Britanya İmparatorluğu birliklerinin Toros
geçitlerinden Anadolu içlerine sızmasını önledi. Savaş sürerken 20
Eylül'de Fahri Yaver Hazreti Şehriyari (Padişahın Onursal
Yaveri) unvanı verildi. Mustafa Kemal Paşa, aynı gün Vahdettin'in
başyaveri Naci (Eldeniz) Bey'e bir telgraf çekerek
Yıldırım Ordular Grubu'nun savaş gücünün kalmadığını bildirerek mütareke
istemesini önerdi. Ayrıca yeni hükûmette kendisinin Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili
olarak görevlendirilmesini istedi. 27 Eylül'de İngiliz kuvvetlerinin 7.
Ordu'nun geri bölgesini tehdit etmesi üzerine Şam'ın güneyindeki Kisve'ye geri
çekilme emri verdi. Sanders şehri savunma emri verdi ve 8. Ordu'yu Mustafa
Kemal komutasına verdi; ancak Şam 30 Eylül'de düştü. Mustafa Kemal kuvvetlerini
Halep'e geri çekerek savunma düzeni aldı. Burada sokak çatışmaları da içeren
uzun bir savunmanın ardından 25 Ekim'de Halep düştü. Mustafa
Kemal elde kalan kuvvetlerini Anadolu'ya geri çekti.
30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi imzalandı ve ertesi gün
öğle vaktinde yürürlüğe girdi. Mondros Mütarekenamesi 19. maddesi gereğince,
Yıldırım Ordular Grubu kumandanı olan Otto Liman von Sanders Paşa'nın görevden
alınması üzerine Mustafa Kemal Paşa bu göreve getirildi.
Mondros Mütarekesi'nden sonra Anadolu'da
milisler (Kuvâ-yi Milliye) şeklinde örgütlenen direniş
hareketleri başlamıştı. 5 Kasım'da Suriye'deki İngiliz komutanı, Halep'teki
birliklerine malzeme taşımak üzere İskenderun Limanı'nı kullanacağını söyleyerek
kenti işgal edeceğini bildirdi; Mustafa Kemal iki gün öncesinde bir telgrafla
mütareke koşullarını öğrenmek istemişti. 6 Kasım'da sadrazama gönderdiği
uyarıda İngiliz işgaline silahla karşı koyacağını bildirdi; ancak Ahmet İzzet
Paşa'nın ertesi günkü telegrafıyla emri geri almak zorunda kaldı. 7 Kasım'da
Yıldırım Ordular Grubu ile 7. Ordu lağvedildi. Kendisi son görev yeri Adana'dan
ayrılmadan Ulukışla'ya gelerek ilk örgütlenmeyi başlatmıştır. Yakındaki
Antep'te kentin ileri gelenlerinden Ali Cenani ile
görüşerek direniş düzenlemesi durumunda silahları kendisinin sağlayacağına söz
vermişti; bu silahlar daha sonra halka dağıtıldı ve işgal güçlerine karşı
kullanıldı.
10 Kasım 1918 tarihinde Yıldırım Kıt'alarının komutasını 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa'ya bırakarak Adana'dan İstanbul'a hareket etti. Geri çağrılmasından sonra bölgedeki düzenli Osmanlı orduları mümkün olan tüm malzemeleriyle beraber Toroslar'ın kuzeyine çekildi, 2. Ordu dışında tüm birlikler dağıtıldı.
[3]- Milli Mücadele Dönemi ( 1919 – 1923 )
[A] - ÖRGÜTLENME
[A.1]- İşgal Dönemi
Mustafa Kemal 13 Kasım'da İstanbul'a Haydarpaşa Garı'na ulaştı. Haydarpaşa'dan İstanbul'a
geçerken şehrin işgali için boğaza demirli düşman
savaş gemilerini gördüğünde ünlü "Geldikleri gibi giderler!"
sözünü söyledi. İşgal altındaki İstanbul'da geçirdiği altı aylık süre boyunca
ülkenin işgali ve parçalanmasına karşı direnmek isteyen diğer yurtsever
subaylarla gizli görüşmeler yaptı. Mütareke döneminde Fethi Bey (Okyar)
ile birlikte Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa yanlısı ve Ahmet Tevfik Paşa (Okday) karşıtı bir
tavrı koyan Minber gazetesini çıkararak siyasi girişimlerde
bulundu. Yıl sonuna doğru daha önce
yazdığı Zâbit ve Kumandan ile Hasb-ı Hâl kitabını
yayımlattı. İstanbul'da önce Pera Palas'ta kaldı, kısa bir süre sonra
Halep'te tanıştığı Suriyeli bir Hristiyan Arap olan Salih Fansa'nın Beyoğlu'ndaki evine
taşındı. Ardından 21 Aralık 1918'de, Akaretler'de
oturan annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule'yi
de yanına alarak günümüzde Atatürk Müzesi olan eve yerleşti. İstanbul'un işgal altında bulunduğu günlerde Mustafa
Kemal arkadaşlarıyla bu evde sık sık toplandı. Bu toplantılarda önceleri
İstanbul'daki hükûmeti değiştirme, daha sonra ise ülkenin işgaline karşı
ordunun dağıtılmasının durdurulması, silah ve mühimmatın saklanması, genç
subayların Anadolu'ya geçirilmesi, ulusal görüşlere bağlı bürokratların
yerlerinde kalması ve halkın moralinin yükseltilmesi konularında kararlar
alındı. Samsun'a hareket ettiği gün olan 16
Mayıs 1919'a kadar bu evde oturdu.
Parlamentoyu Ahmet Tevfik Paşa
aleyhine etkilemeye çalışan Mustafa Kemal, başkentte kaldığı altı ay boyunca
birkaç kez padişahın huzuruna çıktı. Vahdeddin, Mustafa Kemal'i kullanmak
istemesine rağmen onun siyasi güç sahibi olmasına karşıydı ve Damad Ferid Paşa ve Tevfik Paşa gibi
hanedana mensup kadınlarla evlenmiş olanlarla çalışmayı yeğliyordu. 18 Kasım'da
parlamento Tevfik Paşa hükûmetinin programını görüşmek üzere toplandı ancak
Fethi'nin (Okyar) partisine destek veren yirmi yedi milletvekili hükûmet
aleyhine oy kullandığı için oylama sonuçsuz kaldı. Ancak bu çabalar sonuçsuz
kaldı, 19 Kasım'da yapılan oylamada Tevfik Paşa hükûmeti basit çoğunlukla
görevde kaldı. Politikacılar arasında tartışmalar sürerken, aralarında Mustafa
Kemal'in de yer aldığı subaylar Osmanlı ordusundan geri kalan parçaları denetim
altına almaya ve İtilaf devletleri planlarına direnmeye uğraşıyordu. Meclisin
güvenini kaybeden Tevfik Paşa 21 Aralık'ta padişah huzuruna çıkarak meclisin
dağıtılmasını istedi ve İkinci Meşrutiyet dönemi sona erdi,
padişahın şahsi yönetimine geri dönüldü. 4 Ocak 1919'da seçimler süresiz olarak
ertelendi.
20 Aralık'ta bir kez daha padişah
huzuruna çıktı ancak hükûmete katılma girişimleri sonuç vermedi. 29-30 Ocak
1919'da İttihat ve Terakki eski üyelerinden otuzu tutuklandı; tutuklananlar
arasında Mustafa Kemal'in arkadaşı Dr. Tevfik Rüştü (Aras) da yer alıyordu.
İtalyan Yüksek Komiseri Kont Carlo Sforza anılarında 1919 başında İstanbul'daki
İngiliz ajanlarının Mustafa Kemal'i de tutuklayıp Malta'ya göndermeye
hazırlandıklarını ancak diplomatik sorunlar yaratmamak için bu hazırlıkların
uygulamaya geçmediğini yazmıştır. 1919'un başında İstanbul'da birçok siyasi
kriz yaşandı, sonunda 4 Mart'ta Damad Ferid Paşa liderliğinde İttihatçılardan
arınmış yeni bir hükûmet kuruldu. Milliyetçiler ordunun kontrolünü ellerinde
tuttular ama yeni Harbiye Nazın Şakir Paşa, genelkurmay başkanı Fevzi'nin
(Çakmak) yerine Cevat Paşa'yı (Çobanlı) atadı. 9 Mart'ta tüm İttihat ve Terakki
önderleri tutuklandı.
Tüm bu siyasi karışıklıklar sürerken
Mustafa Kemal, Rauf, Ali Fuat, Fahrettin, Refet, Kâzım Karabekir, İsmet gibi subaylarla sık sık görüşüyordu. Ali Fuat ile
beraber askerlerin terhis edilmesini durdurmak, eldeki silah ve mühimmatı
korumak ve aynı fikirleri paylaştıkları subay ve sivilleri kilit görevlerde
tutmak üzerine bir harekât planı yapmıştı. Bu fikirler Genelkurmay'da görevli
subaylar tarafından da paylaşılıyordu. Bu esnada Anadolu'nun ve Trakya'nın
farklı bölgelerinde Müdâfaa-i hukuk cemiyetleri kuruluyordu.
Mustafa Kemal ve diğer subaylar bu cemiyetlerle ilişkiler kurmaya başlamıştı. Şubat
1919'da Ali Fuat 20. Kolordu komutanı olarak Ankara'ya, 13 Mart'ta ise Kâzım
Karabekir 15. Kolordu komutanı olarak Erzurum'a atandı. Mustafa Kemal de
Anadolu'da bir görev almayı hedefliyordu.
Nisan ayında Harbiye Nazırı Şakir Paşa tarafından çağrılan Mustafa Kemal, Fevzi Paşa'nın (Çakmak) vekili Tuğgeneral Kâzım'ın (İnanç) da yer aldığı bir kararla Doğu Anadolu'da Rumların tacizlerini çözme görevi ile 9. Ordu müfettişliğine atandı. Karar 30 Nisanda resmen açıklandı ve kısa süre sonra kabine tarafından onaylandı. Bu görev kapsamında Mustafa Kemal bölgede düzeni sağlayacak, silahların toplanıp güvenli bir yerde depolanmasını denetleyecek, ordunun 'şuralar' kurduğu konusundaki raporları araştıracak ve eğer bunlar gerçekse, uygulamaya son verdirecekti. Mustafa Kemal'in de etkisinin bulunduğu bu kararla yalnızca 9. Ordu ile doğu ve orta Anadolu'daki sivil yöneticiler ona bağlanmakla kalmıyor, daha batı ve güneydeki bölgelerin komutanları ve sivil yöneticileri de isteklerine uymakla yükümlü tutuluyorlardı.15 Mayıs'ta genelkurmay başkanlığına bir veda ziyareti yaptı; burada gizli bir görüşmede genelkurmay başkanlığından ayrılmak üzere olan Fevzi Paşa (Çakmak) ve halefi Cevat Paşa (Çobanlı) ile görüştü. Fevzi Paşa ile silah ve malzemelerin İtilaf Devletleri'ne teslim edilmemesi, Anadolu'da Kuvâ-yi Milliye'ye dayanan bir yönetim kurulması ve askerî harekâtların sadece savunmayla sınırlı kalmaması yönünde bir anlaşmaya vardılar. Mustafa Kemal Cevat Paşa'dan kişisel bir şifre aldı, Fevzi Paşa ise subaylar ve silahların Anadolu'ya gönderilmesini örgütledi. Ardından padişah ile son bir görüşmede bulundu ve 16 Mayıs'ta kurmaylarıyla beraber Samsun'a doğru Bandırma Vapuru'yla yola çıktı.
[A.2]- Atatürk'ün Samsun’a Çıkışı
2 Şubat 1919 tarihinde Mersinli Cemal
Paşa doğudaki Osmanlı ordularını mütareke koşullarına göre düzenlemek için
müfettiş olarak Anadolu'ya gönderilmişti. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe ve Fransız Yüksek
Komiseri Amiral Amet, 1918 yılı Kasım ayında Osmanlı hükûmetine nota verdiler.
Doğuda Türklerin silahlanıp Hristiyanları öldürdüğünü, buna karşı önlem
alınmasını talep ettiler. Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahdettin tarafından
işgal kuvvetlerinin Yüksek Komiserlerinin verdiği notalar gereğince olağanüstü
yetkilerle donatılarak Vilâyat-ı Sitte'deki (Altı Vilayet) Hristiyan
ahaliyi korumak ve işgal kuvvetlerine karşı yapılan ufak çaplı isyanları
bastırmak için görevlendirildi. Karadeniz'deki İngiliz Ordusunun komutanı
General Sir George Milne'in Mustafa Kemal'in görevi ile
ilgili yazdığı bir mektuba cevaben Harbiye Nezareti 24 Mayıs'ta verdiği yanıtta
Mustafa Kemal'in görevinin 1. ve 3. Kolorduları kapsadığı ve askeri birliklerin
bakanlık emirlerine itaati, top kamalarını sökülmesini kontrol etmek ve halkın
huzursuzluğunu önlemek olduğunu bildirdi. Gerçekte ise Mustafa Kemal ile
kolordu komutanları Erzurum'daki Kâzım Karabekir ile Sivas'taki Refet'in (Bele)
amacı askeri malzemelerin teslimini engellemekti. Yunanların Ege bölgesinde
ilerlemesini önlemek isteyen Genelkurmay da bu amacı paylaşıyordu.
Atatürk, gazeteci Falih Rıfkı Atay'a Samsun'a hareket etmeden
önce Vahdettin ile olan son görüşmesini anlatmıştır. Bu görüşmede Vahdettin, Samsun'a
hareket etmeden önce kendisini ziyarete gelen Mustafa Kemal Paşa'ya "Paşa
Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba
girmiştir, tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın hizmet
hepsinden mühim olabilir. Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!" demiştir.
Ancak Atatürk, Vahdettin'in samimiyetinden emin olamadığını, onun İtilaf
Devletleri'nin siyasetine uygun hareket ederek bu siyasete karşı gelen
Türklerin yatıştırılmasını istediğini anlatmıştır. Mustafa Kemal, 19 Mayıs
1919'da Kurmay Albay Refet Bey (Bele), Kurmay Albay Kâzım (Dirik)
Bey, Kurmay Albay 'Ayıcı' Mehmet Arif Bey,
Dr. Albay İbrahim (Talî Öngören) Bey, Kurmay
Binbaşı Hüsrev (Gerede) Bey, Dr. Binbaşı Refik (Saydam)
Bey, Binbaşı Kemal (Doğan)
Bey, Yüzbaşı Cevat Abbas (Gürer) Bey ve Yüzbaşı Ali Şevket (Öndersev) Bey ile
beraber Samsun'a
çıktı.
İşgale karşı direniş hareketleri 30
Ekim 1918'de ateşkes imzalanmasının hemen ardından münferit biçimde başlamış
olmasına rağmen, Mustafa Kemal ve yanındaki çoğu kurmay olan komutanların
Samsun'a çıktığı 19 Mayıs 1919 günü, Türk Kurtuluş Savaşı'nın fiili başlangıç tarihi
olarak kabul edilmektedir. Bir hafta boyunca Mantıka Palas'ta
kaldığı bu süreçte, bölgede meydana gelen çatışmaların sebebini araştırmış ve
padişah Vahdettin tarafından verilen görevin aksine, işgalcilere karşı bizzat
yerel Kuvâ-yi Milliye örgütlerinin kurulmasında
rol oynamıştır.
21 Mayıs'ta güvenlik durumunu görüşmek üzere İngiliz güvenlik subayı Yüzbaşı L.H. Hurst ve iki meslektaşıyla buluştu. İngilizlerin Osmanlı hükûmetinin ülkeyi yönetemediği ve birkaç yıl yabancı müdahalesine ihtiyaç olduğu görüşlerine karşı çıktı, Samsun bölgesindeki sorunların Rumların ayrılıkçı hedeflerine son verdiği anda çözüleceğini ve Osmanlı topraklarında Yunanların egemenlik hakkı olmadığını bildirdi. Samsun'da birkaç gün daha kalan ve görüşmeler yapan Mustafa Kemal, bu bir haftanın sonunda Havza'ya geçti. Kasabada iyi karşılanan Mustafa Kemal, halktan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'nin bir şubesini açmalarını istedi. Mustafa Kemal'in Havza'daki hareketleri Rumlar tarafından Yüzbaşı Hurst'e aktarılmıştı; Hurst'ün raporu üzerine 8 Haziran'da Yüksek Komiser Amiral Calthorpe, İngiliz dış işleri bakanlığına konuyu bir telgrafla bildirdi. Bunun üzerine İngiliz yetkililer Osmanlı hükûmetine Mustafa Kemal'in görevinden alınması yönünde baskı yaptı. Aynı gün sadrazam vekili, İngiliz yetkililere kabinenin Mustafa Kemal'i geri çağırmaya karar verdiğini açıkladı; Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa ise Mustafa Kemal'in gitmesine kendilerinin izin verdiğini anımsattı ancak Mustafa Kemal'e "İstanbul'a dönerek kendisini onurlandırmasını" bildirdi. Mustafa Kemal 11 Haziran'da zaman kazanma amacıyla neden geri çağrıldığını sordu. Havza'da geçirdiği on yedi gün sonunda, Rauf'tan (Orbay) iç kesimlere yolculuk yapmasını engelleyecek bir İngiliz müfrezesinin gönderilebileceği haberini alınca 13 Haziran'da kimseye haber vermeden Refet'in (Bele) bir tümeninin yer aldığı ve daha güvenli olan Amasya'ya gitmeye karar verdi.
[A.3]- Amasya
Genelgesi
Mustafa Kemal 13 Haziran'da, Ali Fuat
ve Rauf 19 Haziran'da, Refet ise 20 Haziran'da Amasya'ya vardı. Bu esnada Batı
Anadolu'da Yunan işgalleri devam ediyor, Redd-i İlhak Cemiyetleri İstanbul
hükûmetine ve İtilaf devletlerine protesto telgrafları gönderip direniş
çağrıları yapıyordu. Bu hareketliliğin Paris'te görüşmeler yapan Osmanlı
heyetini zora düşüreceğini düşünen Dahiliye Nazırı Ali Kemal,
16 Haziran'da ülkedeki bütün postanelere protesto telgraflarını kabul
etmemeleri için talimat gönderdi. 18 Haziran'da Mustafa Kemal, 1. Kolordu
komutanı Albay Cafer Tayyar'a çektiği bir telgrafta İstanbul'daki hükûmetin
gücünü yitirdiğini, Anadolu halkının ulusal bağımsızlık için birleştiğini,
Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetlerinin tek bir isim altında
birleştirilmeleri ve Anadolu içinde bir yerden yönetilmeleri gereğini,
Trakya'daki cemiyetten bir-iki delegenin Sivas'a gönderilmesini yazmıştı.
Mustafa Kemal hazırladığı bildiri
taslağını 19-20 Haziran'da Rauf, Refet ve Ali Fuat ile
görüştü. Genelge hazırlandıktan sonra Konya'daki 2. Ordu Müfettişi Cemal (Mersinli)
ile Erzurum'da
bulunan 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir'e gönderilerek onayları alındı. 22
Haziran 1919'da Amasya Genelgesi'ni yayımladı. Daha sonra bütün
mülki amir ve askeri komutanlara telgrafla ulaştırıldı.
Amasya Genelgesi İstanbul'da bulunan işgal güçlerinin tepkisi çekmiştir ve İngilizler Mustafa Kemal'i İstanbul'a geri getirmek için İstanbul Hükûmeti üzerindeki baskılarını arttırmıştır. Bu sırada İçişleri bakanı olan Ali Kemal Bey bir genelge yayımlayarak Mustafa Kemal'in iyi bir asker olduğunu ancak İngiliz baskısı sonucu görevinden alındığını ifade etmiştir. Amasya Genelgesi'nde vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının tehlikede olduğu, İstanbul hükûmetinin üzerine aldığı sorumluluğu yerine getiremediği, bu durumun milleti yok olmuş gibi gösterdiği anlatılmıştır. Genelgede "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını" ilan edilmiştir. Anadolu'nun her bakımdan güvenli bir yeri olan Sivas'ta bir kongre toplanacağı belirtilmiştir. Bu kongreye katılmak için her ilden 3 temsilcinin seçilerek gönderilmesi ve temsilcilerin seyahatlerini gizli tutmaları istenmiştir. Doğu illeri için de Erzurum'da bir kongrenin toplanacağı, daha sonra Erzurum Kongresi üyelerinin de Sivas'a katılmak üzere hareket edeceği belirtilmiştir.
[A.4]- Erzurum
Kongresi
Mustafa Kemal'den kurtulmaya kararlı
olan tek hükûmet üyesi Dahiliye Nazırı Ali Kemal,
23 Haziran'da yerel yetkililere gönderdiği genelgede yerel yöneticilere
"kendisi ile hiçbir resmi işleme girişmemeleri, hükûmet işleri ile ilgili
hiçbir isteğini yerine getirmemeleri" için emir verdi. Telgraftan habersiz
olan Mustafa Kemal ve Rauf, 26 Haziran'da Amasya'dan ayrılarak Erzurum'a geçti.
Sivas valisi Reşit Paşa, Mustafa Kemal'i nasıl karşılaması gerektiğini
İstanbul'a sorduğunda Ali Kemal ile Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa arasında şiddetli bir
kavgaya sebep oldu; iki nazır da 26 Haziran'da istifa etti. Yeni dahiliye
nazırı Reşid Akif Paşa, Sivas valisine gönderdiği
telgrafta Mustafa Kemal'in görevinden uzaklaştırılmış herhangi bir general gibi
karşılanması gerektiğini bildirdi.
Kâzım Karabekir, Mustafa Kemal'i 3 Temmuz'da
Erzurum'un 15 km dışında karşıladı ve konuklarını törenle Erzurum
kalesinin karargahına götürdü. Kente gelir gelmez Refet'ten bir an önce ordudan
istifa etmesi ve Erzurum'da güvenlik altında kalması yönünde telgraf aldı.
İngilizler ulusal ve yabancı-karşıtı duyguların merkezi haline geldiğini
düşünüyordu. Mustafa Kemal ertesi gün Sultan Vahdettin'in tahta çıkışının
yıldönümü vesilesiyle ona sadakatini bildiren bir tebrik telgrafı gönderdi.7
Temmuz'da 3. Ordu müfettişi olarak bütün komutanlara gönderdiği son emrinde
askeri ve ulusal örgütlerin kesinlikle dağıtılmaması, komuta kademelerinin
teslim edilmemesi, cephane ve silahların verilmemesi ve "düşman"
birliklerin bundan sonra atacakları adımlara karşı askeri tepki gösterilmesini,
ordunun hilafetin güvenliğini sağlayabilecek tek unsur olan ulusal iradenin
aracı olduğunu belirtti. Açık bir başkaldırı olan bu emrin ardından Amiral Calthorpe, Refet ile Mustafa
Kemal'in derhal geri çağrılmalarını istedi. 8-9 Temmuz gecesi Mustafa Kemal,
Harbiye Nazırı Ali Ferid Paşa ile
telgraf üzerinden saatlerce görüştü. Görüşme sonunda görevinden alınacağını
hisseden Mustafa Kemal istifa etti, Ferit Paşa ise görevden alındığını söyledi.
Kâzım Karabekir Paşa tarafından Erzurum'da
toplanan Doğu İlleri Müdafaa-i Hukuk Kongresine (Erzurum Kongresi)
katıldı. Kongre başında Kâzım Karabekir, Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin
iki üyesinin istifa ettirerek Rauf (Orbay) ile Mustafa Kemal'in tam üye olarak
kongreye katılmalarını sağladı. 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında
gerçekleşen kongrede 56 delege yer aldı. Mustafa Kemal ilk başta hazırlık
komitesi başkanı seçildi, daha sonra yine Karabekir'in çabasıyla kongre başkanı
seçildi. Yaptığı konuşmada ülkenin bölünmekte olduğunu, İstanbul hükûmetinin
güçsüzlüğünü ve İtilaf devletlerinin entrikalarını anlattı; ülkenin kaderini
elinde tutacak bir ulusal yönetim kurulabileceğinden bahsetti.
Kongreye İstanbul hükûmetinden ciddi
itirazlar gelmişti. Kongrenin kendini parlamento yerine koyduğu, bu nedenle
derhal sona erdirilmesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının derhal tutuklanıp
İstanbul'a gönderilmesi isteniyordu. Mustafa Kemal'in önerisiyle padişah,
hükûmet, askeriye ve sivil otoritelere gönderilen bir metinde suçlamalar
reddedildi ve saraya bağlılık açıklandı. Ardından yayımlanacak bildiri içeriği
ve tüzük maddeleri görüşüldü, bir Heyet-i Temsiliye kuruldu.
7 Ağustos'ta Erzurum
Kongresi Beyannamesi yayımlandı. Bu bildiride millî sınırlar
içinde vatanın bölünmez bir bütün olduğu, vatanı korumayı ve bağımsızlığı
sağlamayı İstanbul hükûmeti sağlayamazsa, geçici bir hükûmet kurulacağı,
Hristiyan azınlıklara siyasi hakimiyet ve sosyal dengeyi bozacak ayrıcalık
verilemeyeceği, manda ve himayenin kabul edilemeyeceği kararlaştırılmıştır.
Mustafa Kemal kongrenin kapanışından sonra üç hafta daha Erzurum'da kaldı. Erzurum'a yerleşmiş emekli bir binbaşıdan aldığı borç ile Sivas'a yolculuk giderlerini karşıladı. 29 Ağustosta makineli tüfekli bir müfrezenin eşliğinde üç arabalık bir konvoyla Mazhar Müfit, Rauf ve Raif Efendi eşliğinde Erzurum'dan yola çıktı, Erzincan'da Fevzi Efendi de kendisine katıldı. 2 Eylül'de Sivas'a vardı.
[A.5]- Sivas Kongresi
Sivas Kongresi 4-11
Eylül 1919 tarihleri arasında toplandı. Kongreye Mustafa Kemal dahil toplam
otuz sekiz delege katıldı, Ege'deki direniş örgütleri Sivas'a delege
göndermediler. Mustafa Kemal itirazlara rağmen kongrenin ilk gününde başkan
seçildi. Ertesi gün delegeler İttihat ve Terakki Fırkası'nı
canlandırmayacaklarına dair yemin ettiler ve Millî Mücadele'yi, Osmanlı
İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşı'na girmesine sebep olan fırkadan ayrı tutmaya
çalıştılar. 4 Eylül'de Ahmet İzzet Paşa'nın ABD mandasının istenmesi
konusunda bir muhtırası Kâzım Karabekir'e getirilmişti; Karabekir bu bilgiyi
Mustafa Kemal'le paylaştı. Mustafa Kemal ağustos ayında milliyetçi Halide Edib (Adıvar) ile Karakol Cemiyeti'nin
başı Kara Vasıf'ın da bulunduğu etkili bazı
vatanseverlerin ABD mandasına taraftar olduklarını da öğrenmişti. 8 Eylül'de
Erzurum Heyet-i Temsiliye üyesi eski vali Bekir Sami (Kunduh),
kongreye ABD mandasının kabul edilmesini isteyen yirmi beş imzalı bir önerge
sundu. Mustafa Kemal, kentte bulunan Amerikalıların herhangi bir resmi görevi
olmadığını belirtti. Kongre sonuç olarak, ABD senatosundan ülkeyi temsil
etmeyen İstanbul hükûmeti ile bir barış anlaşması imzalamadan önce Türkiye'ye
bir araştırma komisyonu gönderilmesini isteyen bir mektup gönderilmesine karar
verdi; ancak ABD Senatosu'nun 19 Kasım'da ABD'nin Milletler Cemiyeti'ne üyeliğini onaylamamasıyla
da bağlantılı olarak bu konu görüşülmedi. Manda fikrinin ortadan kalkmasının
ardından kongre tarafından birleşik bir Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk
Cemiyeti'nin tüzüğü hazırlandı. Temsil Heyeti genişletildi
ancak tüm heyet Mustafa Kemal'i lider olarak kabul etmeye devam etti.
11 Eylül'de yayımlanan Sivas Kongresi Beyannamesi'nde
Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalandığı gün işgale uğramamış vatan
topraklarının bir bütün olduğu ve birbirinden ayrılamayacağı vurgulanmıştır.
Kuvâ-yi Milliye'nin tek kuvvet olarak tanınması ve millî iradenin egemen
kılınmasının esas olduğu belirtilmiştir. Rumların ve Ermenilerin toprak
iddialarına karşı çıkılmıştır. Millî iradeyi temsil etmek üzere Osmanlı
Mebuslar Meclisi'nin derhal toplanması ve hükûmet kararlarının meclisin denetimine
sunulması istenmiştir. Sivas Kongresi'nde bütün millî cemiyetler Anadolu ve
Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir.
Kongre döneminde İstanbul hükûmeti
Mustafa Kemal'in tutuklanması için girişimlerde bulunmuş, 3 Eylül'de daha
sonra Ali Galip Olayı olarak anılacak bir
girişimde Dahiliye Nazırı Adil ve
yeni Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa, Elazığ valisi Ali Galip'e
Mustafa Kemal'i tutuklayıp kongreyi dağıtmasını emretmişti. Ali Galip
Malatya'ya gelerek İngiliz yüzbaşı Edward Noel ve Kürt Bedirhan
ailesinin bazı bireyleri ile görüştü. Olası bir girişime karşı Kâzım Karabekir,
7 Eylül'de küçük bir süvari bölüğünü Malatya'ya gönderip Bedirhanları tutuklama
emri verdi. Bunun üzerine Ali Galip, Yüzbaşı Noel ve Bedirhanlar Suriye'ye
kaçtı. İstanbul hükûmeti ayrıca Ankara valisi Muhittin Paşa'ya Sivas'a gidip
kenti denetime alma emri vermiş ancak Ali Fuat'ın emriyle yoldayken milliyetçiler
tarafından tutuklanmıştır.
Bu başarısız girişimler, milliyetçilerin Anadolu'nun işgal edilmemiş kısımlarında sivil yönetimi denetime almalarına yol açtı. 24 Eylül'de Trabzon valisi tutuklandı; 26 Eylül'de Konya valisi Refet'in (Bele) şehri ele geçirmek üzere yola çıktığı haberi üzerine şehri terk etti. Bu gelişmelerin ardından Anadolu kontrolünü yitireceğini anlayan İstanbul hükûmeti, 27 Eylül'de Abdülkerim Paşa arabuluculuğunda Mustafa Kemal ile telgraflaştı. Mustafa Kemal bu görüşmede Damad Ferid Paşa'nın istifasını istedi. 30 Eylül'de Damad Ferid istifa etti, yerine Ali Rıza Paşa sadrazam olarak atandı. Bu olayların ardından İstanbul hükûmeti, Heyet-i Temsiliye ile görüşmek üzere Bahriye Nazırı Salih Paşa'yı Anadolu'ya göndermeyi önerdi. Mustafa Kemal, Amasya'da görüşmeyi kabul etti. 20-22 Ekim arasında üç gün süren pazarlığın ardından zayıf bir anlaşmaya varıldı. Mustafa Kemal'in ısrarıyla protokol haline getirilip imzalanan bu görüşme ile hükûmet Heyet-i Temsiliye'yi tanımış oldu.
[A.6]-
TBMM’nin Açılışı
Mustafa Kemal 27 Aralık 1919'da Ankara'ya
ulaştı. 1919 sonunda yapılan Meclis-i Mebûsan seçimlerinde Mustafa
Kemal Erzurum'dan mebus seçildi ama Ankara'da kalmaya kararlıydı. Mustafa
Kemal'in öncelikli hedefi milliyetçi vekilleri Müdafaa-i Hukuk Grubu adında bir
partide toplamak ve meclis başkanı seçilmekti. Bu şekilde meclis İstanbul'da
özgürce çalışamazsa yasal olarak seçilmiş delegeler adına hareket etme
yetkisine sahip olacaktı. 29 Aralık'ta İstanbul hükûmeti Mustafa Kemal'in
ordudan uzaklaştırılması emrini geri alarak madalyalarını iade etti ve kendi
isteğiyle istifa etmiş olduğunu açıkladı. Bu dönemde, Osmanlı topraklarının
paylaşılması sürecinin son aşaması olup "Amerikan Mandası" olarak
dile gelen dış politika sorunu da tartışılarak reddedilmiştir. Aralık 1919
tarihini taşıyan son ABD teklifinde "geniş bir Ermenistan yanında bir Türk
Devleti" kurulması stratejik hedef olarak ortaya konulmuştur. Ocak 1920'de
Yunanların Batı Anadolu'yu ilhak edecekleri söylentileri yayılmaya başlamıştı.
9 Ocak'ta Albay Fahrettin (Altay) ile görüşen Mustafa Kemal, Yunanlara karşı
Batı Anadolu'daki bütün birliklerin başına geçmeyi planladığını belirtti. Bu
dönemde Ege'deki çetelerle irtibat kurmuş, düzenli orduyu çetecilere yardımcı
olmaya ikna etmişti. Bu esnada Albay İsmet ile Ankara'da görüşmeler yaptı.
Yunanistan ile savaşın kaçınılmaz olduğunu ancak düşman birliklerinin çeteler
değil sadece düzenli ordu ile durdurulabileceğini belirtti.
12 Ocak 1920'de Osmanlı Devleti'nin
son meclis toplantısı 72 vekilin katılımıyla açıldı. İtilaf Devletleri yeni
hükûmette Anadolu'daki milliyetçi komutanlar ile güçlü bağları olan Cemal Paşa'nın
(Mersinli) harbiye nazırı, Cevat Paşa'nın (Çobanlı) ise genelkurmay başkanı
olmalarına karşı çıktılar. Paşalar istifalarını sunmak zorunda kaldı. Bu esnada
meclis başkanlığına Reşat Hikmet seçildi; kısa süre sonra öldüğünde yerini
Celalettin Arif aldı; Fevzi Paşa (Çakmak) genelkurmay başkanlığına geldi, bazı
diğer bakanların da değişimi ile 9 Şubat'ta yeni kabine güvenoyu aldı.
Meclisteki milliyetçiler "Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" yerine, padişahın
bir konuşmasında geçen bir adla, "Felah-ı Vatan İttifakı" partisini
kurdular. Mustafa Kemal bu dönemde Ankara'da beklemede kalarak, çevresindeki
genç subaylarla çalışmalarını sürdürdü.
28 Ocak 1920'de Osmanlı Meclis-i Mebûsanı, temel hatları Amasya,
Erzurum ve Sivas'ta Mustafa Kemal önderliğinde belirlenen Mîsâk-ı Millî kararlarını kabul etti, 17
Şubat'ta ise kamuoyuna açıkladı. "Türkiye" sözcüğünün ilk kez geçtiği
bildiri, I. Dünya Savaşı'nı sona erdirecek olan barış antlaşmasında Türkiye'nin
kabul ettiği asgari barış şartlarını içermekteydi. Bu esnada İtilaf Devletleri
İstanbul'un işgal edilmesini görüşüyorlar, aynı zamanda belirsizlik sebebiyle
Anadolu bir otorite boşluğu ortaya çıkıyordu. Şubatta milliyetçilere karşı
ikinci Anzavur Ayaklanması gerçekleşti. 3 Mart'ta
Sadrazam Ali Rıza Paşa istifa etti; yerine Salih Paşa geçti. Diğer İtilaf
Devletleri'ni ikna eden İngilizler, 15-16 Mart gecesi yönetime el koydular,
önemli binaları işgal edip Türk milliyetçilerini tutuklamaya başladılar.
Tutuklanan milliyetçiler daha sonra Malta'ya sürülecekti. 18 Mart 1920'de
İstanbul'daki son meclis toplantısı yapıldı ve meclisin süresiz tatil edilmesine
karar verildi.
İngilizlerin bu hamlesine karşılık
Mustafa Kemal öncelikle Anadolu'daki İngiliz subaylarının gözaltına alınması
emrini verdi. Daha sonra yeni bir seçim çağrısı yaparak, İstanbul'daki
vekilleri Ankara'ya davet etti. Milliyetçilere yakın olan sadrazam Salih Paşa 2
Nisan'da istifa etti, Vahdettin onun yerine milliyetçi karşıtı Damad Ferid'i
getirmeye karar verdi. Bu noktada saray ile milliyetçiler arasındaki bölünme
tamamen netleşmiş, Türk milli direnişinin liderliği konusunda ise Mustafa
Kemal'in ciddi bir rakibi kalmamıştı. Mart-Nisan 1920'de İstanbul'daki
milliyetçiler çeşitli yollarla Ankara'ya geçtiler. Mustafa Kemal bu esnada Ankara'da
örgütlenmesini ilerletmiş, direniş hareketini anlatma amaçlı Anadolu Ajansı'nı
kurmuştu. 11 Nisan'da meclis, padişah tarafından feshedildi ve şeyhülislam
Kuvâ-yi Milliye'yi kâfir ilan eden ve öldürülmelerinin vacip olduğunu belirten
bir fetva yayımladı. 18 Nisan'da Kuvâ-yi İnzibâtiye kurularak milliyetçilere
karşı harekete geçirildi.
23 Nisan 1920'de Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı.
Ülkenin her yanından milliyetçi örgütler Ankara'ya temsilciler göndermiş,
İstanbul meclisinden gelenler de meclise katılmıştı. Meclis açılışında Mustafa
Kemal, 1918'deki mütarekeden beri olanları açıklayan uzun bir konuşma yaptı.
Meclisin sadece yasama değil yürütme yetkisini de elde tutmasını, üyeler
arasından yürütme kuruluna uygun olanların seçilmesini istedi. 24 Nisan'da
meclis faaliyetlerine başladı; yapılan yoklamada 120 delege hazır bulunmuştu.
Mustafa Kemal 120 oyun 110'unu alarak Erzurum mebusu
sıfatıyla Meclis ve Hükûmet Başkanlığına seçildi. TBMM bir kurucu meclis gibi çalışarak
Millî Mücadele'yi yürütecek olan Anadolu hükûmetinin altyapısını kurdu.
TBMM'nin açılmasından bir hafta
sonra, 1 Mayıs 1920 tarihli The Mail gazetesi manşetine göre
Mustafa Kemal verdiği röportajda Osmanlı'nın yıkılmasından, İslam'ın
ayak altına alınmasından İngiltere'yi sorumlu tuttuğunu söyledi.
Birliklerine atfedilen soykırım iddialarını da şiddetle reddettiğini belirtti;
yalnızca fesat çıkaranların temizlenmesinde zorunlu olduklarını söyledi. Buna
ek olarak "İngiltere'yi cezalandıracağım" diyen Mustafa Kemal,
İngiltere'nin kolonilerinde isyan körüklemenin kendi elinde olduğunu ifade
etti. Asi veya maceraperest olmadıklarını, meşru Türkiye'nin gerçek temsilcisi
olduklarını dile getirdi.
3-4 Mayıs'ta yapılan seçiminde
Mustafa Kemal başkanlığında çalışacak on vekil belirlendi. Bu noktada Ankara
Hükûmeti'nin ilk amacı, Damad Ferid'in körüklediği Kuvâ-yi İnzibâtiye'ye karşı
iç mücadeleyi kazanmaktı. Mustafa Kemal'in yönlendirmesiyle Çerkez Ethem'in Kuvâ-yi Seyyâre'si Anzavur Ahmet'a
karşı zafer kazandı. 14 Haziran 1920'de milliyetçilerin saldırısı ile Kuvâ-yi
İnzibâtiye'nin bir kısmı taraf değiştirdi, kalanları İngiliz askerlerinin
gerisine çekildi. 25 Haziran'da bu güç resmen dağıtıldı, yakalanan yedi subay
ile bölgenin bazı önde gelenleri idam edildi.
Bu esnada, 19-26 Nisan'da İtilaf
Devletleri San Remo Konferansı'nda Osmanlı'nın bölünmesi
planları üzerine çalışıyordu. Britanya başbakanı Lloyd George, Venizelos'un Batı Anadolu'yu ilhak planını
destekliyordu. Görüşmelerin ardından 22 Haziran'da bir yıldan uzun
süredir Milne Hattı'nda bekleyen Yunan kuvvetleri, doğuya ve kuzeye
doğru ilerleyerek 8 Temmuz'da Bursa'yı ele geçirdiler. Yunanlar İzmir'in
kuzeyinden Marmara'nın güneyine dek tüm Ege sahillerini bir ayda işgal ettiler.
25 Temmuz'da Edirne düştü, 27 Temmuz'da tüm Trakya kaybedildi.
Yunan işgali devam ederken
Yozgat'ta Çapanoğlu Ayaklanması başladı. Bölgedeki
düzenli birlikler isyanı bastırmakta başarısız olunca Mustafa Kemal, önce Kılıç
Ali çetesini, ardından Çerkez Ethem'i görevlendirdi. İsyancılara karşı zafer
kazanan Ethem, Ankara Valisi Yahya Galip'i kendi kurduğu askeri mahkemeye çıkartmak
istedi; Mustafa Kemal tarafından güçlükle ikna edildi. Ekimde padişah
taraftarları Konya'da hükûmet binalarını ele geçirdi, güneydoğuda ise bazı Kürt
aşiretler isyan ettiler ama bu isyanlar başarıyla bastırıldı.
10 Ağustos'ta İstanbul hükûmeti ile
İtilaf Devletleri arasında Sevr Antlaşması imzalandı. Anlaşmanın
yürürlüğe girmesi için Osmanlı meclisi tarafından onaylanması gerekiyordu.
İstifa eden Damad Ferid'in yerine geçen Tevfik Paşa, Mustafa Kemal ile temasa
geçmeye çalıştı. Ancak 19 Ağustos'ta yapılan meclis toplantısında Sevr'in kabul
edilmesini öngören saltanat üyeleri ile imzalayan üç yetkili vatan haini ilan
edildi.
[B]- HAKİMİYETİN SAĞLANMASI
[B.1]-
Düzenli Orduya Geçiş
Merkezi denetimden uzak bulunan Kuvâ-yi Milliye örgütleri dağıtılarak
düzenli bir ordu oluşturuldu. Millî Mücadele'nin en kanlı çatışmaları, düzenli
orduya katılmayı kabul etmeyen Kuvâ-yi Milliye gruplarına karşı verildi.
Mustafa Kemal'in en büyük sorunu, Yunanların toprak uğruna Türklerle savaşmaya
hazır düzenli bir orduya sahip olmasıydı. Ankara'nın batı cephesindeki düzenli
birlikleri zayıftı, bu sebeple hükûmet çetelere bağımlı durumdaydı; ayrıca bu
çeteler güneydekilere göre Ankara'ya çok daha az bağımlıydılar. Ankara Hükûmeti
16 Mayıs 1920'de bütün milislerin düzenli orduya katılmasını ve giderlerin
savunma bütçesinden karşılanmasını öngören bir yasa çıkartmıştı ancak Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe bağımsız davranmayı
yeğliyordu. Bu esnada orduda firarlar da artmıştı. 11 Eylül'de çıkartılan bir
yasa ile İstiklâl mahkemeleri kuruldu. 24 Ekim'de
Çerkez Ethem ve düzenli ordunun Gediz'e gerçekleştirdiği bir hücum koordinasyon
eksikliği sebebiyle başarısızlıkla sonuçlandı. Mustafa Kemal bunun üzerine
cephe komutanı Ali Fuat'ı görevden alarak Moskova'ya büyükelçi olarak gönderdi,
cepheyi kuzeyde İsmet (İnönü), güneyde Refet (Bele) komutasına verdi. Refet
Konya'da bir ayaklanmayı bastırdıktan sonra Demirci Mehmet Efe'nin üzerine yürüdü
ve 30 Aralık'ta tutukladı.
[B.2]- Teşkîlât-ı Esâsîye Kanunu
20 Ocak 1921'de
anayasa görevi gören Teşkîlât-ı
Esâsîye Kanunu çıkartıldı. Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin
olduğunu belirten kanun ülkeye resmen Türkiye Devleti adını veriyor, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tarafından yönetileceği bildiriyor ve
padişahın neredeyse tüm yetkilerini TBMM'ye devrediyordu. Mustafa Kemal'in
ısrarıyla padişahın adının hiç geçmediği kanunla ilgili tartışmalarda Mustafa
Kemal saltanat ve hilafetin ilke olarak kabul edildiğini ancak bu kurumların
ayrıcalıklarını tanımlamamanın daha iyi olacağını ileri sürdü. Anayasa ile
ayrıca meclis tarafından teker teker seçilecek bir bakanlar kurulu bir başbakan
seçecekti, gündelik işlerle ilgilenen bu göreve Fevzi (Çakmak) getirildi,
Mustafa Kemal meclis başkanı olarak hükûmetin başında kaldı.
[B.3]- İnönü Muharebeleri
Birleşik Krallık Başbakanı David Lloyd George'a göre Yunanistan büyümeli ve İngiltere ile
menfaatleri birleştirilmeliydi. Yunanistan boğazları Avrupa'ya açık tutmalı,
Akdeniz'de İngiltere'nin çıkarlarına uygun davranmalıydı. Eğer böyle
davranmazsa İngiliz donanması onu uslandırmak için yeterdi. Sevr Antlaşması'nın kuvvet kullanılmadan
uygulanamayacağı anlaşılmıştı. İtilaf Devletleri ise kuvvet kullanacak halde
değildi. İtilaf Devletleri, Yunanları yalnız Türk illerini alıp kendi vatanına
katmak için değil kendi davalarını da yürütmek için Anadolu'ya çıkardı. Ancak
İtilaf Devletleri de Türkiye'ye karşı uygulanacak politikalarda artık beraber
değildir. İtalya, Yunanların Anadolu'ya yerleşmesinden dolayı rahatsızdı. Fransa ise Suriye'deki
toprak kazançlarını yeterli görmektedir. Artık Yunanlar kendi ordularıyla
Anadolu'ya boyun eğdirmek zorundadır. Mustafa Kemal de Yunan ordusunu yenerse,
Türkiye'yi kurtarmış olacaktır. 6 Ocak 1921 günü Bursa'dan Eskişehir'e
ve Uşak'tan Afyon'a doğru iki kol hâlinde ileri harekâta
başlayan Yunan ordusu, 9 Ocak'ta İnönü mevzilerine kadar ilerledi. Ancak
Türk ordusunun savunması karşısında ileri gidemeyeceklerini anlayarak 11 Ocak
1921 sabahı İnönü mevzilerinden çekilmek zorunda kaldı. Birkaç gün sonra geride
kalan Çerkez Ethem birlikleri milli birlikler tarafından dağıtıldı. Birinci
İnönü Muharebesi düzenli ordunun ilk zaferi olduğundan Kuvâ-yi Milliye'den
düzenli orduya geçiş hızlanmış, halkın yeni kurulan orduya güveni artmıştır. Bu
başarı bütün dünyanın dikkatini çekmiş; İtilaf Devletleri, 26 Ocak 1921'de Osmanlı
Devleti'nin Londra'ya bir heyet göndermesini ve bu toplantıda Ankara
Hükûmeti'nden de temsilci bulundurulmasını istemişlerdir. 1 Mart'ta Albay İsmet
tuğgeneral rütbesine terfi etti.
[B.4]- Kütahya – Eskişehir Muharebeleri
İnönü muharebelerinde savunma taktiği uygulayan Türk ordusu, Aslıhanlar-Dumlupınar çarpışmalarında ise henüz saldırı gücüne ulaşamadığını göstermişti. Bu durumdan yararlanmaya karar veren Yunan ordusu İnönü, Eskişehir, Afyon ve Kütahya arasındaki çizgide yer alan Türk mevzilerine yüklenerek buraları işgal etmek ve Ankara'ya kadar ilerlemek istiyordu. Takviye birliklerle iyice güçlenen Yunan ordusu 10 Temmuz 1921'den itibaren saldırıya geçti ve 20 Temmuz'a kadar yaptıkları saldırılarla Türk ordusunu geri çekilmeye zorladı. Mustafa Kemal Paşa, Türk ordusunun Sakarya Irmağı'nın doğusuna kadar çekilmesini emretti. Böylece vakit kazanılacaktı. Bu savaşlar sonunda Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi büyük stratejik bölgeler elden çıktı. TBMM'de moral bozukluğu yaşandı ve sert tartışmalar meydana geldi. Ancak Yunan ordusu büyük ateş ve silah üstünlüğüne rağmen, Türk ordusunu yok edememişti. Türk ordusu, güvenli bir şekilde Sakarya'nın doğusuna çekilmişti.
[B.5]- Sakarya Meydan Muharebesi
Mustafa Kemal Paşa, Başkomutanlığa
geçmesinin hemen ardından yayımladığı Tekâlif-i Milliye emirleri ile halkı
ordunun donatılması için seferberliğe çağırdı. 12 Ağustos'ta Polatlı'da
teftiş yaparken attan düştü ve kaburga kemiği kırıldı. 23 Ağustos-13 Eylül 1921
tarihlerinde yapılan Sakarya Meydan Muharebesi'nde Yunan
ordusunun hücum gücü tükendi. Türk ordusu ani bir taarruzla Yunan ordusunu
Sakarya Nehri'nin doğusundan çıkarmayı başardı. Bu zaferden sonra 19 Eylül
1921'de Büyük Millet Meclisi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'yı oy
birliğiyle Müşîr (bugünkü ismiyle Mareşal) rütbesine terfi ettirdi ve Gazi unvanı verdi. Sakarya
Meydan Muharebesi sonunda Türk ordusunun zayiatı; 5713 şehit, 18.480 yaralı,
828 esir ve 14.268 kayıp olmak üzere toplam 49.289'dur. Yunan ordusunun zararı;
3758 ölü, 18.955 yaralı, 354 kayıp olmak üzere toplam 23.007'dir.
[B.6]- Büyük Taarruz
Atatürk askerî birlikleri denetlerken, İzmit 18 Haziran 1922 |
Tam 1 yıl süren taarruz hazırlıkları
sonucunda, 26 Ağustos 1922 sabahı büyük bir dikkatle hazırlanan taarruz planı
uygulamaya konuldu. 26-30 Ağustos 1922'de yapılan Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı'nın son
aşamasıdır. 30 Ağustos günü Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nde bir
gün içinde Yunan ordusunun büyük bir bölümü imha edildi. 31 Ağustos'ta Mustafa
Kemal Paşa komutanlarını Çalköy'deki karargâhında toplayarak kaçabilen Yunan
kuvvetlerinin hızlı bir şekilde takip edilmesini ve İzmir ile civarındaki
kuvvetleriyle birleşmemesi için üç koldan Akdeniz'e (bugünkü Ege) doğru
ilerlenmesini emretti. 1 Eylül günü Başkomutan Mustafa Kemal bir bildiri
yayımlayarak ordulara şu emrini verdi:
"Bütün
arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne
alarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü, yiğitlik ve yurtseverlik
kaynaklarını yarışırcasına esirgemeden vermeye devam eylemesini isterim.
Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri ! "
Türk ordusu 2 Eylül'de Uşak'ı
geri aldı. Burada Yunan Ordusu Başkomutanı General Nikolaos
Trikupis esir edildi. 9 Eylül'de Türk süvarileri İzmir'e girdi.
18 Eylül 1922'ye kadar yapılan takip harekâtıyla tüm Batı Anadolu'daki Yunan
birlikleri sınır dışına çıkarıldı. Türk ordusunun kazandığı bu başarı, Mudanya Ateşkes Antlaşması'na giden süreci
başlattı.
Karşıyaka'da
Mustafa Kemal'in kalması için yakınları Yunanların elinde esir olan bir
baba-oğul evlerini hazırlamıştır. Bu evde daha önce Yunan Kralı Konstantin de kalmış, eve
merdivenlerde ayakları altına serilen Türk bayrağını çiğneyerek girmiştir. Bu
kez baba-oğul merdivenlere Yunan bayrağını sermiştir. Mustafa Kemal
Paşa eve girecekken "Lütfedin, bu karşılıkla bu lekeyi silin!" denilmiştir. Mustafa Kemal Paşa da, "O, geçmişse hata etmiş; bir milletin onuru olan bayrak
çiğnenmez, ben onun hatasını tekrar etmem. Bayrağı kaldırın yerden," diyerek bayrağı kaldırtmıştır.
[B.7]-
Çanakkale Krizi
İzmir kurtarıldıktan
sonra asıl sorun, İstanbul ve Boğazlar Bölgesi'nde sürmekte olan İtilaf Devletleri işgalinin sona erdirilmesidir. Mustafa
Kemal'in emri doğrultusunda Türk kuvvetleri derhal Çanakkale'ye yönelerek
buraların Trakya dahil boşaltılmasını talep eder. İngiltere buna ek donanma ( ki
içlerinde zamanın en modern 2 adet uçak gemisi bulunmaktadır.) ve kara kuvveti göndererek
cevap verir. Mustafa Kemal'in Çanakkale Krizi'ne sebebiyet veren emri; İngiltere'deki
muhalefetin, Newfoundland ve Yeni Zelanda dışında İngiliz dominyonlarının ve
diğer İtilaf devletlerinin karşı koyması neticesinde sıcak çatışmaya dönüşmez
ve İstanbul'un Kurtuluşu'na giden yolu açar. Çanakkale Krizi David Lloyd George'un iktidarını kaybetmesine neden olduğu gibi Kanada'nın diplomatik açıdan bağımsız olmasını sağlar.
Ayrıca kriz döneminde ABD Başkanı 28 Eylül 1922 günü 13 yeni savaş gemisinin
Türkiye'ye komşu denizlere gönderilmesini emreder. 1908-1923
arasında komutanı Amiral Bristol olan USS Scorpion gemisinin, istihbarat edinmek suretiyle Lozan
Antlaşması yapılana kadar devamlı İstanbul'da bulunduğu da anlaşılmaktadır.